Nedir Yani?

Bu blog, bir kader ortaklığıdır. Bu blogun bir ayağı Londra'daysa, diğer ayağı İzmir'dedir. Bu blogun yüreğinin bir yanı İstanbul'da atıyorsa, yüreğinin diğer yanı Kiel'de atıyordur. Bu blog Kibariye'yi benimsediği kadar, Oxford'da da okumuştur. Bu blog "Gamzedeyim Deva Bulamam" şarkısını söylediği kadar, Karşıyaka için Mehter'i de söylemiştir.

Bu bloga adam olmaz da dediler, bu blogu disipline de verdiler ama bu blogu başkan da seçtiler. Bu blogu Hamburg'ta bara almadılar, bu bloga kızlar yüz vermediler, bu bloga İstanbul'da iş vermediler. Bu yüzden bu blog, biraz Çiçek Abbas'tır, biraz Yedi Bela Hüsnü'dür, biraz Şaban Erkök'tür ama en çok Türk Sanat Müziği aşkı ile Şakayla Karışık Sadri Alışık'tır.

Bu blog göçtür, gurbettir, sıladır, spordur, aşktır ve elbet yaşamdır.

5.11.2010

Bir Zamanlar Internet

Ülkenin gündemindeki siyasi tartışmaların arasında bir cümle dikkatimi çekiyor: "Bizler, müzakere edilebilecek son kuşağız.". Kürt Sorunu'na ilişkin, belli bir yaşın üzerindeki siyasetçiler ve temsilciler söylüyor bunu. Onların ardından gelen kuşağın yetişme tarzı ve iletişim hevesi bakımından kendi kuşaklarından oldukça farklı olduklarını vurguluyorlar. Maksadım siyasi konulardan bahsetmek değil. Tam tersine, bu cümleden hareketle siyasetin ötesine geçip, dünyadaki diğer canlıların aksine düşünce ve toplumsal yaşayış bakımından da hızla evrim geçiren insanoğlunun nesli tükenen kuşaklarındaki yerimizi 90'lı yılları yaşamış olanlar olarak ne kadar sağlamlaştırdığımızdan bahsetmek istiyorum. Hedef kitlem, Yıldız Tilbe'nin gözaltına alındığı sırada Delikanlım şarkısını bağıra bağıra söylemesini hatırlayanlardır. Karşıma alıp da konuşurmuş gibi şu anıları anlattıklarım, Türk Futbolu'nun 2002'de zirve yapan yükselişini, Sergen'in İzlanda'ya attığı golü de hatırlayacak kadar adım adım izleyebilmiş olanlardır. Ahmet Gümüş'ün Millî Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu'nun bilmem ne tarih ve bilmem kaç sayılı kararı ile ders kitabı olarak okutulmasına onay verilen Türkçe 1-2-3-4-5 serilerindeki öyküleri, şiirleri ve alıştırmaları hatırlayanların bu yazıda elbette eskiye ait parçaları vardır. O yüzden bu insanlar, şimdilerde gitgide kaybolan bir kuşağın temsilcileridir. Sabredebilen, saygı duyabilen ve aslını esirgemeyen bir kuşağın temsilcileridir.

Bu kuşağın öyküsünü, Internet'in keşfine ya da aynı günlere denk gelen atari salonlarının ölümüne dek geriye götürebiliriz. Güzellik de buradadır; bu kuşak, bir şeyin en tepe noktasındaki heyecanlı sinerjiyi de  -ve zaman içinde ölümündeki nostalji duygusu da dahil-, başlangıç anlarındaki keşif enerjisini de  yaşamıştır. Öyle ki, bu öykünün kahramanları Michael Jackson'ın ve Madonna'nın olgun yaşlarına rastlamış, Panini Çıkartma Albümleri'nin en hakikisini Euro'96 sırasında adeta vücudunun bir uzvu gibi benimsemiş ve sokaklarda saklambaç oynayabilmiş son keratalardır. Bu kahramanların Internet ve Web'e toplu halde göç edişleri, "Türkiye'nin Internet Tarihi"dir bir yerde. (A)DSL öncesi - BBS sonrası devirlerin basit sayfalı ağ ve IRC tabanlı sohbet ile taçlanan günlerine dönmek için anılması gerekenler, "a s l?" sorusu kadar iç gıdıklayıcı, Mynet üzerinden eşe dosta e-kart atmak kadar vefalı, Napster arayüzü kadar karmaşık ve Geocities ile kişisel web sayfası yapmak kadar kibirli anılardır. Çevirmeli ağın telefon hattını meşgul, bilgisayar başındaki ergeni bahtiyar eden bağlantı sinyalinin verdiği yetkilere dayanarak kimi zaman "Age Of Empires" ile dünyaları telefon hatları üzerinden fetheden, kimi zaman da "Nefesnefese" gibi sitelerde gördüklerine inanamayan bu kuşağın dili şöyle söylerdi: "Internet'e girmek". Sonraları bu tabir, misal "Facebook'a girmek" olarak değişti. En sonunda "girmek" sözcüğü Internet yapısı ve artan bant genişliği sayesinde silindi. Kuşağımızın bir nostaljisi olarak tozlu raflardaki yerini aldı.
Günümüzde ise, ağa girmek - çıkmak kavramları ortadan kalktığı gibi, ağlarda tanınır olmak önem kazandı. İşte, "Bizler bilinçli ya da bilinçsiz olarak Internet'te ünlü ve tanınır olmak istemeyen son kuşağız" diyebilmenin nirengi noktası burada duruyor. Çünkü, ağlar üzerinde popüler olmak başka bir şey, ağlar tarafından tanınır olmak başka bir şey. Yani, bir gün herkesin milyoner olamayacağı gibi, bir gün herkes de Internet ünlüsü olamayacak. Bunun farkında olmak önemlidir. Buradaki tanınırlık, "a s l?" sorusunun reklam ve veri avcılığı alanlarına uyarlanmış haline verilen yanıtlardır. Son yıllarda ağdaki kullanıcının yaşı, cinsiyeti ve yeryüzünde bulunduğu nokta fiber kablolar üzerinde akan milyon dolarların ana kaynağı durumuna geldi. Bu verileri toplama amacı ile herkese ünlü ve önemli muamelesi yapılan bir yer haline gelen Internet, göçmen kuşak için acı bir deneyim olmaktadır. Zira bu bilgilere hakim olma hedefiyle Google'ın adeta Internet'in bizzat kendisine dönüşme hamlelerine, artık yanıt veren bir kaç şirket daha var. Bunların başında Facebook (Facebook'a karşı federe bir sosyal ağ yapısı öneren gençlerin projesi diaspora* için buradan) geliyor. Ve bu rekabet, özgür ve bağımsız Internet düşünün üstüne kocaman bir çizik atıyor.

Uzun vadede yaşanan bir evrimin ve kısa vadede etki eden bir değişimin önünde durmak kâr etmez. Yasa koyucu ve uygulayıcı iradelerin Türkiye'de Internet'in yasaklanabilir bir mecmuadan daha ötesi olmadığını kabul ettirmesi çok zor olmadı. Bunun mücadelesi gerekli yerlerde gayet güzel şekilde veriliyor. Ancak, diğer yandan Türkiye'de Internet'in daha yaşanılabilir bir yer olması için de özgürlükçü ve farkındalık yaratan insanların çıkıp bir şeyler söylemeleri gerekiyor. Eğer bu söylemi, bu kuşak çıkaramazsa, diğer kuşakların bu söylemi yaratması pek ihtimal dahilinde değil. Belki de bizler, Internet'teki çöplük ve rantçılık olmasa da yaşayabilecek son kuşağız.