Nedir Yani?

Bu blog, bir kader ortaklığıdır. Bu blogun bir ayağı Londra'daysa, diğer ayağı İzmir'dedir. Bu blogun yüreğinin bir yanı İstanbul'da atıyorsa, yüreğinin diğer yanı Kiel'de atıyordur. Bu blog Kibariye'yi benimsediği kadar, Oxford'da da okumuştur. Bu blog "Gamzedeyim Deva Bulamam" şarkısını söylediği kadar, Karşıyaka için Mehter'i de söylemiştir.

Bu bloga adam olmaz da dediler, bu blogu disipline de verdiler ama bu blogu başkan da seçtiler. Bu blogu Hamburg'ta bara almadılar, bu bloga kızlar yüz vermediler, bu bloga İstanbul'da iş vermediler. Bu yüzden bu blog, biraz Çiçek Abbas'tır, biraz Yedi Bela Hüsnü'dür, biraz Şaban Erkök'tür ama en çok Türk Sanat Müziği aşkı ile Şakayla Karışık Sadri Alışık'tır.

Bu blog göçtür, gurbettir, sıladır, spordur, aşktır ve elbet yaşamdır.

10.06.2012

Dimağımdaki Avrupa Futbol Şampiyonaları

2 gün önce Avrupa Futbol Şampiyonası başladı. 2008 Avrupa, 2010 Dünya kupalarından sonraki sırası gelen turnuva. Bu sefer biz yokuz, olarak 2002 dünya kupasının ardından olduğu gibi 3. bitirdiğimiz kupanın bir sonraki turnuvasına katılamadık. 2003 Konfederasyon kupasında da 3. olduk, onun da bir sonraki turnuvasına katılamadık, gerçi onun katılacak takımları belirleme statüsü farklı ama sonuçta bu geleneği sürdürmüş sayılırız.(2005'te de turnuvaya katılabilmemiz için 2004 Avrupa Şampiyonası'nı kazanmamız gerekiyordu)

Türkiye'nin olmadığı Avrupa Şampiyonası ilgi çeker mi? Elbette her futbol şampiyonası gibi benim ilgili çeker. İtalya, Hollanda, İspanya, İngiltere, İspanya, Fransa gibi takımlar varsa diğer programlar ertelenir, iptal edilir bu maçlar seyredilir. Şimdiye kadar elden geldiğince seyrettik. Hafızamda ilk yer edinen turnuva Euro 96 olmuştu. İngiltere'de düzenlenen turnuvayı finalde Çek Cumhuriyeti'ni yenen Almanya kazanmıştı.

Önemli oyuncuları saymaya çalışayım ya da aklımda kalanları bu iki takımdan: Oliver Bierhoff, Karel Poborsky, Karel Rada, Stefan Kuntz, Andreas Köpke. Bu turnuvada Türkiye de yer almıştı. Maç sonuçlarımızı hatırlamam ama aklımda kalan Alpay'ın Hırvatistan maçıydı sanırım rakibi düşürmeyerek Fair Play ödülü aldığıydı. Ne kadar tezat değil mi?


Sonra Euro 2000... "There can be only one"... Hala tribünlerde, gollerde çalınan melodi, Campione şarkısı ve Belçika-Hollanda ortaklığındaki turnuva. 96'da olduğu gibi Türkiye'yle ilgili şeyleri net hatırlamıyorum, yazıyı yazarken araştırdım okuyunca hatırladım. Kolumu kırıp ameliyat olduğum yaz düzenlenen turnuvada Hakan Şükür kafasıyla Belçika kalecisinin(De Wilde olmalı) ellerinin üzerinden topu ağlara göndermişti. O turnuvada çeyrek finalde Portekiz'e 2-0 yenilmişiz. Erkeklerin maç hafızası bende pek geçerli değil herhalde ya da başarısızlıkları kaydetmiyor beynim. Bu da tam kişisel gelişim sloganı oldu: Başarısızlıkları silip atın, her zaman başarıları hatırlayın!
Turnuvanın finalinde İtalya-benim favori takımım- Fransa'ya altın golle kaybetmişti. Fransa 98'de yarı finalde penaltılarla kaybeden gök maviler önde gittiği maçta Fransa'nın son dakika golüne engel olamamış, uzatmada Trezeguet'in altın volesiyle kupayı kaybetmişti. Diğer bir deyişle Zidane Reyiz duble yapmıştı. Bir nevi 1999 Şampiyonlar Ligi Finali, Manu mucizesi gibi.


Yıl 2004. İzlediğim en sıkıcı Avrupa şampiyonası. Her takım maç öncesi rakibine saygı duyduğunu açıklıyordu. Takımlar bu kadar iddiasız, "bu maçı almak istiyoruz, biz daha güçlüyüz, kesin alacağız" demiyordu. Acaba UEFA'nın takımlara verdiği bir direktif miydi, "respect"i mi arttırmaya çalışıyorlardı? Belki de gerçekten takımlar kendilerinden emin değillerdi ki tek tek elendiler ve şampiyon Yunanistan oldu.
Sıkıcı, defansif, berabere ve tek gollü galibiyetlerle Yunanistan herkesi eledi ve kupayı kaldırdı. Defansı iyi yaptıkları için olsa yine bir derece takdir ederim ama İtalya da defansif bir ekolken yaptığı maçlardan zevk alabiliyorum. Euro 2004 tam bir hayal kırıklığıydı.
Biz mi? Biz play-off'ta Letonya'ya kaybetmiştik :)


Euro 2008'de biz vardık. Turnuva'nın "comeback kings"iydik. Ölüp ölüp dirildiğimiz, geriye düştüğümüz maçları oyunun sonlarında çevirdik, gruptan çıktık, çeyrek finali geçtik.

Yarı finalde öne de geçtik, topumuz direkten döndü. Ama Almanya'ya 90 dakikanın sonunda mağlup olduk. Ne demişti Gary Lineker, futbol 90 dakikadır ve falan filan işte. Bu da "futbol sadece futbol değildir"le beraber en klasik klişelerdendir. Futbol romantikleri çok severler bu lafları. Biz tabii ki onlardan değiliz. N'oldu 2002 dünya kupasında, Brezilya Almanya'yı yendi, n'oldu Bayern-Chelsea finalinde, Chelsea şampiyon oldu. Asıl 99'da n'oldu??? Mantık adamıyız ya sonuçta, spesifik maçlara bakma, 90 dakika sonunda hep Almanlar kazansaydı bütün şampiyonaları Almanlar kazanırdı, ama kazanamadılar. Demek ki hala ve hala Lineker'in lafını söylemeye gerek yok. (futbol romanitklerine sinirleniyorum, Almanlara değil).
Şimdi Sabri'nin yerine Gökhan Gönül, Rüştü'nün yerine Volkan olsaydı finale kalır şampiyon olurduk derdim ama Sabri de Semih'e yarı finalde asist yaptı ya da Rüştü de çeyrek finalde penaltıları kurtardı... Neyse, turnuvanın en heyecan veren takımı olarak akıllara kazındık ve sonraki zamanlarda "Semiiiiiiih", "Nihaaaat" diye bağırarak gerek PES'te gerek halı sahalarda gollerimizi attık.


Şimdi özlemle izlemeye başladığım maçları büyük ihtimal ortalara doğru başka şeylere tercih edeceğim, özellikle grubun 3. maçları olur bunlar ve büyük takımların dışındaki maçlardır. Ama şampiyon olabilecek 8 büyük takım ve heyecan yaratacak birkaç takım var ve sonunu heyecanla bekliyorum. Ayrıca biraaaderler yapılacak güzel organizasyonlara gebe olacaktır. İyi ki evli değilim şu sıra. İyi ki ilk maçlar saat 19:00'da başlıyor ve iyi ki işten normal saatinde çıkınca eve 19:00 civarı varıyorum. İnşallah bu hafta fazla mesaiye kalmam. İnşallah genelde fazla mesaiye kalmam. Amin.