Nedir Yani?

Bu blog, bir kader ortaklığıdır. Bu blogun bir ayağı Londra'daysa, diğer ayağı İzmir'dedir. Bu blogun yüreğinin bir yanı İstanbul'da atıyorsa, yüreğinin diğer yanı Kiel'de atıyordur. Bu blog Kibariye'yi benimsediği kadar, Oxford'da da okumuştur. Bu blog "Gamzedeyim Deva Bulamam" şarkısını söylediği kadar, Karşıyaka için Mehter'i de söylemiştir.

Bu bloga adam olmaz da dediler, bu blogu disipline de verdiler ama bu blogu başkan da seçtiler. Bu blogu Hamburg'ta bara almadılar, bu bloga kızlar yüz vermediler, bu bloga İstanbul'da iş vermediler. Bu yüzden bu blog, biraz Çiçek Abbas'tır, biraz Yedi Bela Hüsnü'dür, biraz Şaban Erkök'tür ama en çok Türk Sanat Müziği aşkı ile Şakayla Karışık Sadri Alışık'tır.

Bu blog göçtür, gurbettir, sıladır, spordur, aşktır ve elbet yaşamdır.

12.07.2012

Most Played 20 Songs in my N95

Başlık İngilizce, telefonun müzik çalarının içinde liste adlarında Most Played olarak gözüken listede telefonda olup şimdiye kadar en çok dinlediğim 20 şarkı var, ben de çevirmedim biraz genişlettim.

Bunların bazılarını hakikatten durup durup açtığımı hatırlıyorum, bazıları ise bir dönem sürekli ardarda tek şarkı olarak dinlediklerim. Arada silip tekrar yüklediklerim var, onların sayıları burada yok. İstatistiği nasıl oluşturuyor neye ne kadar ağırlık veriyor tam bilmiyorum, mesela 3-4 ay önce Cnbc-e'de izlediğim Clint Eastwood filminden sonra The Clock Music'e sarmış sürekli dinlemiştim ama ne kadar dinlemiş olabilirim ki 2-3 hafta içerisinde bilmiyorum en çok dinlenen 8. şarkı olmuş... Listeyi oluştururken bile sırayla şarkıları çalarken 5'le 6'nın yer değiştirdiğini gördüm. Bu da aslında listenin saygınlığını sarsmadı değil :) Yine de bu şarkılar arasında uzundur(3-4 yıldır) telefonda duranlar ve arada sırada açıp tek dinleyip kapattığım ya da loop'a sardıklarım var. Önce bu listeyi paylaşayım sonra bana göre en çok dinlediklerimi başka bir yazıda paylaşırım. İşte o liste:

1) Mira - Son Melodi
2) Nilüfer - Elveda
3) One Republic - Apoligize
4) Nilüfer - Aşk Kitabı
5) Özgün - Aşk Çiçeği
6) Whiz Khalifa - Black and Yellow(Instrumental)
7) Ceza - Neyim Var ki
8) Ennio Morricone - The Clock Music
9) Nilüfer - Dönsen Bile
10) Gökhan Kırdar - Bu Aşk
11) Sezen Aksu - İkinci Bahar
12) P. Diddy&Keisha Cole - Last Night
13) Albinoni - Adagio
14) Rober Hatemo - Beyaz ve Sen
15) Sezen Aksu - Kaderim
16) Fabolous - Breathe
17) Mustafa Ceceli - Karanfil
18) Pink Floyd - Comfortably Numb (gitar solo Pulse konser)
19) Mustafa Ceceli - Unutamam
20) Murat Boz - Aşklarım Büyük Benden

10.06.2012

Dimağımdaki Avrupa Futbol Şampiyonaları

2 gün önce Avrupa Futbol Şampiyonası başladı. 2008 Avrupa, 2010 Dünya kupalarından sonraki sırası gelen turnuva. Bu sefer biz yokuz, olarak 2002 dünya kupasının ardından olduğu gibi 3. bitirdiğimiz kupanın bir sonraki turnuvasına katılamadık. 2003 Konfederasyon kupasında da 3. olduk, onun da bir sonraki turnuvasına katılamadık, gerçi onun katılacak takımları belirleme statüsü farklı ama sonuçta bu geleneği sürdürmüş sayılırız.(2005'te de turnuvaya katılabilmemiz için 2004 Avrupa Şampiyonası'nı kazanmamız gerekiyordu)

Türkiye'nin olmadığı Avrupa Şampiyonası ilgi çeker mi? Elbette her futbol şampiyonası gibi benim ilgili çeker. İtalya, Hollanda, İspanya, İngiltere, İspanya, Fransa gibi takımlar varsa diğer programlar ertelenir, iptal edilir bu maçlar seyredilir. Şimdiye kadar elden geldiğince seyrettik. Hafızamda ilk yer edinen turnuva Euro 96 olmuştu. İngiltere'de düzenlenen turnuvayı finalde Çek Cumhuriyeti'ni yenen Almanya kazanmıştı.

Önemli oyuncuları saymaya çalışayım ya da aklımda kalanları bu iki takımdan: Oliver Bierhoff, Karel Poborsky, Karel Rada, Stefan Kuntz, Andreas Köpke. Bu turnuvada Türkiye de yer almıştı. Maç sonuçlarımızı hatırlamam ama aklımda kalan Alpay'ın Hırvatistan maçıydı sanırım rakibi düşürmeyerek Fair Play ödülü aldığıydı. Ne kadar tezat değil mi?


Sonra Euro 2000... "There can be only one"... Hala tribünlerde, gollerde çalınan melodi, Campione şarkısı ve Belçika-Hollanda ortaklığındaki turnuva. 96'da olduğu gibi Türkiye'yle ilgili şeyleri net hatırlamıyorum, yazıyı yazarken araştırdım okuyunca hatırladım. Kolumu kırıp ameliyat olduğum yaz düzenlenen turnuvada Hakan Şükür kafasıyla Belçika kalecisinin(De Wilde olmalı) ellerinin üzerinden topu ağlara göndermişti. O turnuvada çeyrek finalde Portekiz'e 2-0 yenilmişiz. Erkeklerin maç hafızası bende pek geçerli değil herhalde ya da başarısızlıkları kaydetmiyor beynim. Bu da tam kişisel gelişim sloganı oldu: Başarısızlıkları silip atın, her zaman başarıları hatırlayın!
Turnuvanın finalinde İtalya-benim favori takımım- Fransa'ya altın golle kaybetmişti. Fransa 98'de yarı finalde penaltılarla kaybeden gök maviler önde gittiği maçta Fransa'nın son dakika golüne engel olamamış, uzatmada Trezeguet'in altın volesiyle kupayı kaybetmişti. Diğer bir deyişle Zidane Reyiz duble yapmıştı. Bir nevi 1999 Şampiyonlar Ligi Finali, Manu mucizesi gibi.


Yıl 2004. İzlediğim en sıkıcı Avrupa şampiyonası. Her takım maç öncesi rakibine saygı duyduğunu açıklıyordu. Takımlar bu kadar iddiasız, "bu maçı almak istiyoruz, biz daha güçlüyüz, kesin alacağız" demiyordu. Acaba UEFA'nın takımlara verdiği bir direktif miydi, "respect"i mi arttırmaya çalışıyorlardı? Belki de gerçekten takımlar kendilerinden emin değillerdi ki tek tek elendiler ve şampiyon Yunanistan oldu.
Sıkıcı, defansif, berabere ve tek gollü galibiyetlerle Yunanistan herkesi eledi ve kupayı kaldırdı. Defansı iyi yaptıkları için olsa yine bir derece takdir ederim ama İtalya da defansif bir ekolken yaptığı maçlardan zevk alabiliyorum. Euro 2004 tam bir hayal kırıklığıydı.
Biz mi? Biz play-off'ta Letonya'ya kaybetmiştik :)


Euro 2008'de biz vardık. Turnuva'nın "comeback kings"iydik. Ölüp ölüp dirildiğimiz, geriye düştüğümüz maçları oyunun sonlarında çevirdik, gruptan çıktık, çeyrek finali geçtik.

Yarı finalde öne de geçtik, topumuz direkten döndü. Ama Almanya'ya 90 dakikanın sonunda mağlup olduk. Ne demişti Gary Lineker, futbol 90 dakikadır ve falan filan işte. Bu da "futbol sadece futbol değildir"le beraber en klasik klişelerdendir. Futbol romantikleri çok severler bu lafları. Biz tabii ki onlardan değiliz. N'oldu 2002 dünya kupasında, Brezilya Almanya'yı yendi, n'oldu Bayern-Chelsea finalinde, Chelsea şampiyon oldu. Asıl 99'da n'oldu??? Mantık adamıyız ya sonuçta, spesifik maçlara bakma, 90 dakika sonunda hep Almanlar kazansaydı bütün şampiyonaları Almanlar kazanırdı, ama kazanamadılar. Demek ki hala ve hala Lineker'in lafını söylemeye gerek yok. (futbol romanitklerine sinirleniyorum, Almanlara değil).
Şimdi Sabri'nin yerine Gökhan Gönül, Rüştü'nün yerine Volkan olsaydı finale kalır şampiyon olurduk derdim ama Sabri de Semih'e yarı finalde asist yaptı ya da Rüştü de çeyrek finalde penaltıları kurtardı... Neyse, turnuvanın en heyecan veren takımı olarak akıllara kazındık ve sonraki zamanlarda "Semiiiiiiih", "Nihaaaat" diye bağırarak gerek PES'te gerek halı sahalarda gollerimizi attık.


Şimdi özlemle izlemeye başladığım maçları büyük ihtimal ortalara doğru başka şeylere tercih edeceğim, özellikle grubun 3. maçları olur bunlar ve büyük takımların dışındaki maçlardır. Ama şampiyon olabilecek 8 büyük takım ve heyecan yaratacak birkaç takım var ve sonunu heyecanla bekliyorum. Ayrıca biraaaderler yapılacak güzel organizasyonlara gebe olacaktır. İyi ki evli değilim şu sıra. İyi ki ilk maçlar saat 19:00'da başlıyor ve iyi ki işten normal saatinde çıkınca eve 19:00 civarı varıyorum. İnşallah bu hafta fazla mesaiye kalmam. İnşallah genelde fazla mesaiye kalmam. Amin.

29.09.2011

Kasımpaşa - Karşıyaka Maçı ve sezon değerlendirmesi

Reha hocanın kendi doğrularından saptığı için bu sene başarısız olduğunu maçları izlerken görebiliyorum. Daha sezonun ilk maçında 4. dakikada 2 aydır kendisi ile birlikte çalıştığı oyuncunun (Özgür Volkan Yıldırım) ceza sahasının çok tehlikeli bölgesinde yaptığı faul sezona 1-0 geride başladığımızı gösteriyordu. Halbuki, Kapsal'ı, öğrencilerine sürekli bir şeyler öğreten bir hoca olarak biliyoruz. Bu maçla da birlikte gördük ki, takıma ceza sahası önünde faul yapmadan savunma yaptırmayı hala daha öğretemedi.

 
Hatırlanırsa,
  • Adana maçında ilk frikik golü,
  • Elazığ maçında yan bölgedeki frikik golü (tamam bu faul faul değildi),
  • Kasımpaşa'nın attığı 2. gol hep ceza sahası önü frikik tehlikesinden gelen gollerdi.

Diğer teknik direktörler çok mu iyi öğretmiş? Elbette hayır, zira dünkü Kasımpaşa maçında tehlikeli bölgeden 6 civarında serbest atış kazandık. Ama Kapsal'ı Kapsal yapan özellik savunma prensiplerini disiplinli uygulayıp duran topları etkili kullanmak iken, kendisine ihanet ediyor olması benim içime sindiremediğim. Sene başında takımı izleyemediğim için merakla beklediğim konu, ilk sezondaki duran toplardan gelen gollerinin çoğunun mimarı olan Cihan Yılmaz'ın rolünde bu sene kimin oynayacağıydı ki, gördük duran topları etkili kullanan biri maalesef takımda mevcut değil. Bu da çok büyük handikap. Zira, dünkü maçta 6 frikiği 5 farklı topçu kullandı ve bir tanesi bile etkili değildi.

 
Kapsal bize geldiği ilk sezonunun ilk yarısında defans kurgusunu öğretmiş, ikinci yarısını ise bunun meyvelerini toplayarak geçirmişti. Bu sene belki de 100.yıl baskısı (Bu baskı hücum yönü kuvvetli çok sayıda adam almayı gerektirdi) ve fazla bütçeden ötürü, bir türlü istediği gibi bir takım yapamıyor Kapsal. Oyunun bir tarafına konsantre olamıyoruz, hemen iki yanını da halletmeye çalışıyoruz. Bu da savunma direncini kırdığı gibi hücumda da etkili oynamamızı engelliyor.

 
Dünkü maçta Agbetu'nun karşı karşıya kaçırdığı, Serdar Eylik 'in cılız vuruşu, Agbetu (ya da Taha)'nın verilmeyen golü tehlikeli ataklarımızdı. Onların da bir topu direkten döndü. Bir topu da çizgi üzerinde vuramadılar. Pozisyonlar elbette olacaktır. Ama önemli olan bir araya yeni gelmiş takımın Bankasya'da defans kurgusunu oturtabilmesi. Gol atamıyorsan yemeyeceksin.. Ve bunu en iyi başarabilen Teknik Direktörlerden biri olan Reha Kapsal'ın öğrencilerine bunu kafalarına vurarak öğretmesi gerekiyor, yoksa Reha hoca benim bile ona olan iyi yaklaşımımı kaybedecektir.

 

Not: 4 maçın da ilk yarısında gol yedik.

Not2: Kasımpaşa maçında direkten sonra çizginin ötesine geçen topu çok net gördüm goldü. Hatta Kasımpaşa'lılar bile gol olduğunu tribünde açıklıkla söylediler.

Not3: Çiğdem yiyerek maç izlemek lanet bir şey.

16.02.2011

İşe Başlangıç İçin Gerekli Evraklar



İnsan başına gelince anlıyor. İhtiyacı olunca arıyor internette "neyi nerden bulabilirim" diye. Aslında maddelerin çoğu kolay, daha önce başka işlemler sebebiyle aldığımız aşina olduğumuz belgeler ama biz yine de yazalım, ki değişiklik yapılanlar farkedilsin, illa 20 yaş üstü okuyor değil ya burayı hiç bilmeyen kardeşlerimiz de öğrensin, sonra Google'da aramalarda belki çıkar ünlü oluruz.

-6 adet vesikalık fotoğraf: 12liği 13 liraya çektirebiliyorsunuz. 15 dakikada basıyorlar.

-İkametgah senedi: Muhtarlıktan alıyorsunuz. 5 lira aldı bizimki.

-Noterden tasdikli nüfus cüzdan fotokopisi: Bir tasdik için 2 fotokopi götürüyorsunuz, biri onlarda kalacak. Ücreti 20,38 lira.

-Noterden tasdikli diploma fotokopisi: Yine aynı şekil, 2 fotokopiye bir tasdik. Ücreti 22,68. Toplamı 23,06 olduğu için kağıt 20 lira ve bozuk 4 lira verdim, adam verdiğim parayı saymadan ve dolayısıyla para üstü vermeden teşekkür edip parayı bölümlerine koydu, ben de 6 kuruş için 100 kuruş vermiş oldum, düzeltmedim itiraz etmedim. Neyse öznele çok girmeyelim.

-Sabıka kaydı: Adliyeden ne için almak istediğinizi belirtip nüfus bilgilerinizi eklediğiniz dilekçeyle alabiliyorsunuz. İş için alacaksanız başına Özel İşyeri/Güvenlik İşi/Resmi daire diye belirtmeniz gerekiyor. Benim gittiğim yerde dilekçe için hazır form vardı, nüfus cüzdanınızı veriyorsunuz fotokopici hazır formun altına nüfusunuzun önlü arkalı bilgilerini yapıştırıyor, 50 kuruş. Her adliyenin ücret uygulaması farklı olabiliyormuş sanırım. Karşıyaka 5 lira aldı hizmet karşılığı, bağış mağış, ne derseniz artık.

-Askerlik durum belgesi: Türkiye'nin her yerinden istediğiniz askerlik şubesinden alabileceğiniz bir belge. Bornova(Osmangazi) Askerlik Şubesi'nde dilekçe doldurup sıra numarası alıyorsunuz kısa dönem askerin yönlendirmesi üzerine. Sıranız gelince numaranızın gösterdiği masaya gidip nüfus cüzdanınızı veriyorsunuz, kontrolleriniz yapılıyor, 2 adet çıktı veriyor ikisini alıp memurun gösterdiği başka bir masaya gidip imza alıyorsunuz, imzanın ardından şube başkanı albayın odasına gidip ondan da bir imza alıp ilk masaya dönüyorsunuz. Şubede kalacak nüshaya "bu belgenin bir suretini elden teslim aldım" yazıp ad soyad imzayla tamamlıyorsunuz ve belgenizi alıyorsunuz. Ücretsiz.

-SSK kartı fotokopisi: Sigorta numaranızı alıp işinizde devam ettirecekler diye kaba bir açıklama yapayım.

-Kan grubu belgesi: Ya da ehliyet fotokopisi.

-Aile bireylerinin nüfus cüzdan fotokopileri: Anne, baba, kardeşler.

-Vukuatlı nüfus kayıt örneği(aile bireyleri dahil): İşte geldik en kritik noktaya. Tanım olarak neden "vukuatlı" deniyor onu açıklayalım. Vukuattan kasıt adam yaralama, mekan dağıtma değil, zaten olursa sabıka kaydında geçer. Buradaki vukuatlar evlenme, ölüm, soyadı değişikliği olayları. Anne-babanız için evlilik yerinde evlenme tarihleri vardır. Allah uzun ömür versin yaşayanlar için sağ yazar falan... Şimdi nerden alınabileceği konusuna gelelim zira bu bana bir gün kaybettirdi. Karşıyaka Nüfus Müdürlüğü'nde sıra aldım ve numaramın gösterdiği bankoya gittim, "işe başlangıç için vukuatlı nüfus kayıt örneği almak istiyorum, aile bireyleri dahil" dedim, memur "Artık bu belgeyi biz vermiyoruz, iş verenler SGK'dan istiyorlar. Kimlik Paylaşım Sistemi'nden bu bilgileri çekebiliyorlar" dedi. Ben afalladım, bir daha sordum "ne yapıcam şimdi ne dicem" diye, kadıncağız yineledi:"artık nüfus müdürlükleri vermiyorlarmış diyin, SGK'dan Kimlik Paylaşım Sistemi'nden iş verenler alabiliyorlarmış diyin". İkametgah belgesini alırken de muhtarlıktan aynı şekilde bilgi geldi, artık şifreyle girip isteniyormuş bilgiler diye. Ben de eve gidince İK sürecinde görüştüğüm hanıma e-postayla durumu belirttim, top benden çıktı diye düşünürken cevap geldi:"Biz SGK'ya bağlı çalışmıyoruz, primlerimiz farklı bir fona yatıyor, bazı nüfus müdürlükleri böyle uygulama yapıyor sanırım, ama başka şubelerden deneyin alabileceksinizdir, diğer başvuruda bulunan adaylarımız kendi belgelerini getiriyorlar". Bu yardımsever ama aynı zamanda "yapçan vallacı" cevabın ardından "madem SGK'ya bağlı çalışmıyorsunuz neden sigorta numaramı istiyorsunuz" diye çirkeflik yapmadım ve deneyip gelişmeler hakkında bilgi vereceğimi yazdım. Netekim ertesi gün Çanakkale'nin Ezine ilçesinin nüfus müdürlüğünden kendi adıma belgemi aldırabildim. Bilmediğimiz bir vukuatımız yokmuş. Şimdi iş veren düşünsün!

Ayrıca benim durumum haricinde daha önceden çalışmışsanız önceki iş yerinde çalışma belgesi, evliyseniz evlilik cüzdanı, çocukluysanız nüfus cüzdanlarının fotokopisi, mutluysanız mutluluğunuzu gösteren resim ya da foto(yine öznele girmekle kalmadım espri yaptım).


Şubelerin, noterin, kurumların birbirine yakınlığına ve o günün yoğunluğuna göre tüm belgelerin toplanması yarım günde bile bitebilir. Benimki vukuatlının vukuatı yüzünden 1 günü aştı. Ha bir de sabah fotoğraf çekilmek üzere kestiğim bıyığımla sakalım akşam 8de anca gidip çektirdiğim için biraz uzadı, kirli sakallı vesikalık fotoğrafım oldu(abarttım, o kadar değil). Bu arada saçımı kestirirken berber muhabbeti esnasında fotoğraf için kravatım ceketim olmadığını hatırlatan annemin telefonu üzerine berberimden gelen "fotoğrafçılar kravat ve ceket bulundurmak zorunda" bilgisine güvendiğim için Foto Güven'e gittim ama kravat olduğu ceket olmadığı, temin edemeyecekleri bilgisine ve ceket giymesem de olur tavsiyesine teşekkür ederek ayrıldım. Chakal fotoğrafçılar işi biliyor, 4 poz çekti, karar aşamasında arada kaldım, iki pozdan 12şer tane aldım. Param cebimde aklım fotoğrafta kalacağına param adamda fotoğraf cebimde kalsın dedim. Şimdi bir ciddi bir gülümseyen iki güncel vesikalığım var. Güleni iş yerine verdim, ciddiyi hakemliğe devam edersem kullanırım belki...

Evrak toplayacak olan herkese kolay gelsin...(rep, teşekkür, alkış verin de tam forum havası olsun)

18.01.2011

Hıncal Uluç Tarzı Yazılar Serisi #3


Sevgi'de Öğlen!!

Saat 11 civarı, geçen gün. Karnımda acıkmıştı, kahvaltı yapalı 3 saatti halbuki. İmdadıma Halil yetişti. "İtiraz istemem, gidiyoruz" dedi. "Nereye yahu?" diye soramadan bindik arabasına. Bayraklı'ya sapınca tahmin ettim gideceğimiz yeri, Sevgi Lokantası... Yıllardır İzmir'in en elit insanları öğlen tatillerinde iş yerlerinden çıkar Sevgi'ye giderler. Bornova Meydan'da vardı, öğlenleri tıklım tıklım yer bulamazsınız. Şimdi, Bayraklı'da.


Girer girmez güler yüzlü insanlar karşıladı bizi. Sanki lokanta -lokanta böyle bir yer için aslında az kalır- değil de evinizde anneniz karşılayıp sofraya çağırır gibi. Binbir çeşit var. Dana-tavuk rostodan patlıcanlı kebaba köfteli patatesten ıspanağa. Tok gelsen yine iki tabak yersin o derece. Biz zaten iki aç insan "ondan, şundan, bundan da bundan da" diye diye neredeyse o günkü bütün çeşitlerden aldık. Halil her zamanki gibi: "Şu olsun ama suyundan koymayın", "Bu olsun ama yağda kızarmasın", diyorum "Burası Sevgi, olmaz öyle şey yağı en kalitelisinden suyu en ayarlısındandır", itiraz ediyor "Biliyorum Sevgi'yi bana anlatma, ben hiçbir şekilde yiyemiyorum böyle". Ben de saygı duyuyorum. Elbette tatlı aldık yanına. Bir Halil geleneği. Özsüt'ün en yakın şubesi 5 km, burda idare edelim diyoruz ve kazandibisini yiyoruz. Ben açıkçası yanmış şekeri sevmem, kaşıkla sıyırıyorum. Halil napıyorsun der gibi bakıyor. O birinciyi bitirmiş ikinciyi alsın mı onu düşünüyor. Yine güleryüz kendini gösteriyor ve ben kazandibimi afiyetle götürürken Halil'e bir bardak çay geliyor, şirketten. Böyle jestler önemli. Nasıl olsa onları etkilemez, yaparsa memnuniyet kazanır. Genelde ikram etseler de bunu yapmayan yerler oluyor. Dahası "Çay alır mıydınız?" diye sorduktan sonra hesaba getirdiği çayı ekleyenler.


En sonunda saat 12:40 gibi ayrılıyoruz Sevgi'den. Ne de olsa daha bir sürü işadamı, avukat, yönetici gelecek. Tok karın, gülen suratlarla ayrıldık Sevgi'den bir dahaki öğle yemeğine kadar. Bakalım bir dahakine hangi çeşitleri çıkaracaklar??? Mutlaka gidin, telefonu 0232 348....



10.01.2011

Neurosport Karşıyaka'dır!!


Son zamanlarda Karşıyakamız'da iyi gelişmelere rastlamak zor. Araştırıyorum hep dopingler, vasıfsız transferler vs. Ama iyi gelişmeler de yok değil. Neurosport... Kutsal Topraklardan 600km uzakta.. İlk 11'inde Karşıyaka'nın ilk 11'inden daha fazla Karşıyaka'lıya sahip bir takım.. Şimdi önlerinde büyük engel var. Rakip Ayazma.. Güçlü rakiplerini alt etmek ve kötü gidişe dur demek için kampa girdiler. Şimdi sıra bizde.. Karşıyaka'lılar desteğinizi esirgemeyin.. O çocuklar bizim çocuklarımız...

Onur Erdem:"Aslında adaşımdan daha yetenekliyim..."
Karşıyaka'nın alt yapısından yetişen milli kaleci Onur Recep Kıvrak'ın ağabeyi sayılan Onur Erdem, menajeri aracılığı ile bizlere yaptığı basın açıklamasında "Onur ile aynı mahallede büyüdük. Ben hep onu güçlü takımın kalecisi yapardım. Çelimsizdi aslında. Ama sonra öğrettiklerimle büyüdü ve geldiği yer ortada. Ben de 2. baharımı Neurosport ile yaşıyorum. Şimdi sıra Ayazma'da.. Tek cümle.. 2 avans 5'te biter.. " dedi.
Takımdaki 35½ ruhunu tüm bireylerin hissettiğini söyleyen Onur, "Kariyerim'de Karşıyaka ile Süperlig'te oynamak var. Ama önce Ayazma maçı.." diye cümlelerini bitirdi.

İsmail Şenol:"Emlak Bankası Ortaokulu zamanlarımdaki gibiyim.. "
Takımın Karşıyakalı bir diğer genç yeteneği İsmail Şenol kendisinin kesinlikle Türker ile kıyaslanmaması gerektiğini, 'Karşıyaka'dan forvet yetişmez, yetişenler Türker gibi oluyor..' diyenleri yanıltmanın en büyük arzusu olduğunu belirtti. Şu ana kadar takımın en çok gol atan oyuncusu olduğunu sözlerine ekleyen İsmail, "Benim için takımın şampiyonluğu önemli, ama gol krallığının da önemli bir prestij olduğunun farkındayım. Çok formdayım, Emlak Bankası Ortaokulunda da en çok korkulan forvet bendim. Şimdi de Ayazma korksun.." diyerek sözlerine noktayı koydu.

Merakla beklenen Ayazma - Neurosport maçı yarın saa 23.30'da naklen ESPN'de..

3.01.2011

Bir Gelenektir yaa Yılbaşları


Bir gelenektir yaa yılbaşları. Noel gibi kutlarız, merry christmas deriz hatta. Atlarız arabamıza otobandan basar gideriz Çeşme'mize. Sol şeritler bizimdir hep, önümüzdeki Paliolara, Accentlere selektörün kralını yaparız, 120'yle gitmesinler na hadlerine. Ilıca, Alaçatı bizimdir hep. Evlerimizde demlenir, şişelerimizi açarız. Ellerimizde telefonlar, fotoğraf makinaları, arada yudum yudum rakılar vodkalar. Sokaklarımıza çıkarız yazın parmak arası terlikle gezdiğimiz. Her yer izdiham halindedir, yine gelmiş dışardan yabancılar... Bu sefer elimizde şarap kadehleri, çalkalar yuvarlar içeriz. puromuz, Djarum Blacklerimizle mis gibi kokuturuz etrafı. Salsa, bachata yapar ısınırız parke taşların üstünde. Türkiye'nin geri kalanıyla bi izdihamımız aynıdır bi de geri sayımımız. Avrupa'da yaşadıklarımız gibi olmuyor maalesef, illa arkadaki bizi ittirir biz öndekini... Önce biz girsek yeni yıla daha iyi olur ama neyse sonuçta en batıdaki yerdeyiz. Sabahlara kadar eğlenceye devam ederiz sokakta, evde... Ertesi gün kalkar eşofmanlarımızı, botlarımızı giyer kahvaltıya kaçarız. herkes ordadır zaten, kalite kokar mekanlar. Kahvaltısı kesmeyenler Şevki'de alır soluğu. Ardından kahvemizi içeriz Marina'da. Keseriz birbirimizi, biliriz birbirimizi, hepimiz her zaman ordayız sonuçta... Rahat insanlarız biz, İzmir'de bekleyen işimiz olmamasına rağmen akşama doğru dönüş yoluna çıkarız, işimiz olsa da farketmez bekletiriz biz. Ama otobanımızda basarız her türlü, herhalde yani yoksa niye aldık 2000-3000 motor otomobilleri? Eve gelir fotoğraflarımıza bakarız yataklarımızda o tatlı yorgunluğu üstümüzden atarken. İnternet işlerimizi hallederiz, günlük, klasik... Ya hemen program yapar atarız kendimizi sokağa ya da dün gece çok içmiş çok dansetmişizdir dinlenmeye koyarız kendimizi. Sonuçta bir yılbaşı daha geride kalmıştır, nası girdiysek yeni seneye bellidir bütün sene yine orda olacağızdır. Bir gelenektir yaa bizim için yılbaşları, hayatımızın vazgeçilmezlerindendir.

31.12.2010

Hâlâ Hatırlanan Yılbaşı Performansları

Dünya dönüyor ve döndükçe de 2011'e yaklaşıyoruz. Ben sabit bir güne endeksli heyecanları geride bırakalı çok oldu, artık sene-i devriyeleri kendi takvimime göre ayarlıyorum. Elbette, biz biraz büyüdük diye, bizden daha genç olanların gelecek günlere dair heyecanlarını tazelemelerine itirazım olamaz. Fakat derler ki, "Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür". Yani insan hafızası unutmakla tanınır. Hâlâ çok şey hatırlıyorum diyerek övünmenin de gereği yoktur, zira insan unuttuğunu hatırlar, geçmiş sandığına tepeleme fırlattığı yaşantıların gözünü alması ile aydınlandım zanneder. Yine de zararı yoktur. Beri yandan, insanın kendine temize çekmesidir hem unuttuğunu hatırlamak hem de sene-i devriyelerde bazı yüklerden kurtulmak. Gel gör ki, insan tasarımcıları onu bile kısıtlamak ister bazen. Bazıları popüler eğlenceye ters gitmek, Batı alerjisini yaygınlaştırmak ve bireyi kendine bağlamak için "Ne yapıyorsun?" sorusunu küfürle bezeyerek sorar. Böyle bir sorunun yanıtı mahcup bir şekilde kurulan uzun cümleler değildir, güvenerek ve bilerek ağızdan çıkan "Bırakın yaşayalım" cümlesidir. Doğrusu değil midir ki, kimse kimsenin yaşadığı çocukluğun bir aldatmaca ve yabancılaşma olduğunu öne süremez. Onlarsız olmaz dediğin ailen ile, canciğer arkadaşların ile veya -gülüşüne cihan değer- sevdiğin ile bir gecede biraz dertlerden kurtulmuş, biraz kendini temize çekmiş ve biraz da eğlenmiş oluvermenin aldattığı boş bir insansan da kime ne? Yılbaşı geceleri bu yüzden güzeldir. Takvimi terk eden sene için "Bu da böyle geçti kime ne?" diyebilmenin anonim türküsüdür. 2011'e saatler kala işte bu anonim türkünün Internet deryasındaki girdaplar imkan verdiği oranda hatırlayabildiğim ve bulabildiğim kısımları bu listededir. Adını özene bezene bir şeyler koymak istedim, Top 10 gibi En İyi En Unutulmaz gibi... Ama yakışan bir isim bulamadım, 2011'e girerken bu garip kulun hatırlayabildiği güzel yılbaşı eğlenceleri deyiverelim de listeye geçelim. Herkese Mutlu Yıllar!


Zeki Müren - Açmam Açamam






Bülent Ersoy - Dertleri Zevk Edindim






Kibariye & Sertab Erener - Sen Ağlama






Nesrin Topkapı - Oryantal Dans Gösterisi






Selami Şahin - Seninle Başım Dertte






İbrahim Tatlıses - Ada Sahilleri






Hande Yener & Müslüm Gürses - Paramparça






Sezen Aksu - Makber & İzmir'in Kızları & Harmandalı



Müzeyyen Senar - Feraye



Bu listede adını anamadıklarımıza da bir saygı duruşu yapalım:





29.12.2010

Belki Bir Gün Özlersin... Bence Özleme



Emre Aydın'ın ilk meşhur şarkılarından birisi "Belki Bir Gün Özlersin". Bunun ardından "Afilli Yalnızlık", "Bu Kez Anladım", "Sensiz İstanbul'a Düşmanım" gibi çok beğenilen şarkılarla rock müziğin en iyi isimlerinden biri haline geldi Türkiye'de. "Kağıt Evler" adındaki ikinci albümünde bulunan "Bu Yağmurlar" ve "Hoşçakal" şarkılarıyla başarısını devam ettirdi ancak ilginç bir üne de sahip oldu. Sürekli acılı, efkarlı, ayrılık şarkısı yapan adam oldu. Zaytung'da haberleri çıktı, "Emre Aydın artık sevdiği kıza açılsın" diye hareketler oluştu. Emre Aydın o şarkıları kime ya da kimlere yazıyor bilmiyorum ama kendisini biliyorum, üstelik iyi de bilmiyorum.

Birisi hakkında böyle keskin konuşmak istemem ama duyduğum bu şekildeyse ve güvendiğim bir kaynaksa ne diyebilirim ki. Gerçi daha önceden ünlü sayılabilecek birinin günahını almıştım kendimce. Birisinden bir şey duymadan sadece kendi gördüklerimle... Ünlü bir futbolcunun Facebook'ta kurucusu olduğu bir gruba rastladım "İzmirli kızların sadece elini tutacaksın" mı "İzmirli kızı sadece yanında dolaştıracaksın ciddi düşünmeyeceksin" mi o tarz bir isimle. Duvarına da yazılar yazmıştı grup adı gibi net hatırlayamadığım, özetle "güvenilmez, basit, namussuzlardır" temalı cümleler. O an acayip sinirlenmiştim o futbolcuya. Sen kimsin ki benim ailemi, arkadaşlarımı, hemşerilerimi kastedip seviyesiz laflar kullanacaksın. "İstediğin kadar sahada oyna, goller at, şampiyon ol, milli takıma gir bir şeyler yap seni asla affetmem bu ithamlarından" diyordum... Onun hikayesini öğrendim. Arkadaşlarım vasıtasıyla bu futbolcunun geçmişte yaşadığı ilişkisini dinledim. Çok sevdiği bir kız arkadaşı var, nişanlanıyorlar, evliliğe gidiyorlar. Evlilik oluyor mu olmuyor mu tam hatırlamıyorum ama kız oğlandan ayrılıyor ve başka biriyle beraber oluyor. Ve kız İzmirli. Bu yüzden ortaya genelleme atılıp kendince intikam almak için kinini kusuyor oğlan. Aslında o kızı ama gıyabında tüm İzmirli kızları aşağılıyor.

Bu olayı, onu buna sürükleyen şeyleri öğrenmem yaptıklarını affetmem anlamına gelmiyor ama nasıl bir psikolojiyle yaptığını anlamamı sağlıyor. Böyle bir durumda istersen kulüp başkanı ol, milli takım teknik direktörü ol istersen bakan ol başbakan ol hırsla, nefretle bir şeyleri gözardı edip tepki verebilirsin. Büyük potlar devirsen dahi sonrasında kendine geldiğinde samimiyetle af dilersen belki affedilebilirsin... O futbolcu için onu affedilebilecek duruma geldim, çünkü ona üzüldüm. Ama Emre Aydın'a olan fikrimin değişmesi için, şarkılarındaki acıklı haline üzülmem için şu an somut bir neden yok. Çünkü onun, bu acılı, romantik sözleri söyleyen kişinin, ilişkilerini yaşarken kendi yaptığı şeylerin çok adil, dürüst, onurlu olduğunu düşünmüyorum duyduğum şeylerden ötürü. Bunları burada söyleyecek değilim, sonuçta kesin olan bir şey değil, bana ve benim kaynağıma inanıp inanmamak da herkesin kendi takdiri. Sadece, o bu şarkıları yazarken ve söylerken şahsı adına bende bir acıma, üzülme ya da takdir etme duygusu oluşmadığını söylemek istiyorum "ulen adam ne acı çekmiş be, ne kadar sevmiş, helal olsun be!" gibi...

Bir de son olarak bu şarkının söylendiği kişiler var elbet, o da eğer bu şarkılar yazıldıktan, söylendikten sonra başka adamlarla başka şehirlerde olmalarının ardından bir özleme durumu mevzu bahis olursa, özlemesinler... Çünkü bu, o şarkıların yazılıp söylendiği, dile getirenler tarafından yaşandığı anlardan kesinlikle kendileri için daha kötü olacak ve yaşanacaktır...

27.12.2010

Hıncal Uluç Tarzı Yazılar Serisi #2



Galatasaray Kongresi ya da Galatasaray Kangreni!!!

Mart geldi çattı. Galatasaray'da kongre zamanı. Şu ana kadar sürekli eleştirlen Özhan Canaydın yönetimi bir ara Fenerbahçe'nin önüne geçince başarılı kabul edildi eleştiriler kesildi. Finalde Fenerbahçe karşısında kazanılan maçla Galatasaray'ın aldığı Türkiye Kupası ve Özhan Canaydın'ın dudaklarını yapıştırdığı madalya hâla gözümün önünde. Rakipleri her alanda geçmiş, kazandığı bir kupa sonucu madalyaya can simidi gibi asılıyor, astımlı hastanın ağzına tıkadığı sprey gibi yapıştırıyor dudaklarına, öyle nefes alıyor anca. Geçen sene 1-2 ay devam etti bu ferahlık ancak sonra yine fark ortaya çıktı ve kaybedilen lig şampiyonluğu, kaçırılan Avrupa treni, Anelka gibi bir transferin altında ezilme. O zaman eleştiriler vardı ancak rakip başkan adayı çıkmıyordu "Gelecek kongrede ben başkan olacağım, Galatasaray'ı bu durumdan kurtaracağım." diyen. Şimdi ise 6 aday var. Özhan Canaydın da biri. Vazgeçmedi. Basketbol ve voleybol branşlarında uğranılan hezimeti, basketbolda sponsor adında diğer kulüplerden daha kötü şartları kabul ettiğini, transfere milyonlar harcadığını, borçları büyüttüğünü, bir dolandırıcıya inanıp Türkiye'ye bu kulübü ve taraftarlarını rezil ettiğini unutmuşçasına.

Çok şeyler beklediğim, kendi başına liste çıkarıp yarışa katılsa gözü kapalı başkan seçileceğine inandığım Adnan Polat alt görevlerde yetineceğini açıkladı, hem de Özhan Canaydın'ın listesinde. Özhan Canaydın kişilik olarak müthiş bir insandır. Saf, temiz, centilmen. Zaten bunun ödülünü alırken daha çok eleştirilmesi akılda kalmıştı geçen senelerde. Ama Galatasaray başkanlığına uymuyor, yakışmıyor Özhan Canaydın. Bir de "Liseci"ler var ki... Galatasaray'ı ayrı bir organizma zannedip illa kendi okulu içinden yetişen birinin yöneteceğini düşünen "Liseci" zihniyet. Bugün Erzurum'dan çıkar bir aday Galatasaray'a başkan olur tarihinin en iyi dönemini yaşatır. Ama bu "Liseci" zihniyet hem gelmesine hem de kaza ile gelirse de başarıya ulaşmasına engel olur. Çünkü onlar için Galatasaray'ın başarısı ve Cim Bomluluk değil Galatasaraylılık önemlidir, Galatasaray ekolünden gelmek, bir yönle insanlardan üstün olmak.Kişiliklerini böyle bulmuşlardır çünkü, hayatları boyunca o okul mezunu olmak onları bir yerlere getirmiştir ve bu zehri büyütmek beslemek şimdi onların kutsal görevidir.

6 aday, karışık kafalar, sabit fikirli "Liseci"ler, başarısız ve tekrar göreve talip bir yönetim. 5 sene öncesine kadar Türkiye'ye en büyük gururu yaşatan Galatasaray şimdi Avrupa arenasından uzak, borçlar içinde viran halde yeni yönetimini seçiyor...