Nedir Yani?

Bu blog, bir kader ortaklığıdır. Bu blogun bir ayağı Londra'daysa, diğer ayağı İzmir'dedir. Bu blogun yüreğinin bir yanı İstanbul'da atıyorsa, yüreğinin diğer yanı Kiel'de atıyordur. Bu blog Kibariye'yi benimsediği kadar, Oxford'da da okumuştur. Bu blog "Gamzedeyim Deva Bulamam" şarkısını söylediği kadar, Karşıyaka için Mehter'i de söylemiştir.

Bu bloga adam olmaz da dediler, bu blogu disipline de verdiler ama bu blogu başkan da seçtiler. Bu blogu Hamburg'ta bara almadılar, bu bloga kızlar yüz vermediler, bu bloga İstanbul'da iş vermediler. Bu yüzden bu blog, biraz Çiçek Abbas'tır, biraz Yedi Bela Hüsnü'dür, biraz Şaban Erkök'tür ama en çok Türk Sanat Müziği aşkı ile Şakayla Karışık Sadri Alışık'tır.

Bu blog göçtür, gurbettir, sıladır, spordur, aşktır ve elbet yaşamdır.

30.11.2010

Menejerlik Geçmişim

İlk kez bir bilgisayara sahip olduğum zamandan beri oyun alırken genelde spor oyunlarını tercih ediyorum. O yıllar FIFA ve NBA serileri tercihimdi. 2000-2001-2002 derken dünyanın genç erkeklerine en büyük cezalarından biri olan menejerlik oyunlarıyla tanıştım. CDsiz oynanabilen Championship Manager 2000-2001 oyunu lisede elden ele dolaşıyordu. Sıra bekliyoduk diğer arkadaş yüklesin de alalım diye. Hatta yanlış hatırlamıyorsam CD Taha'nındı, Erdal'ın Gaziemir servisinden arkadaşı. O hastalık 4-5 sene her sezon yeni oyunu alıp oynamama sebep oldu. Bir dönem sonra yeni oyunları sevmemeye eski oyun kayıtlarımı bırakamamaya başladım. 2000-2001'den Romalı kaydım, 2001-2002'deki Real Sociedadlı, Fenerbahçeli kayıtlarım, 2003-2004'teki ve şimdiye kadar en çok zamanımı harcadığım Sampdorialı kaydım... Bunlara epey vakit sadık kaldım.

2006 da yükledim ııııh dedim, 2007'ye de baktım gerek yok dedim. 2008'i İbrahim'den aldım bi sene sonra, oynamaya başladım. Transfer ve felsefe takımları Lyon, Porto ve Ajax'ı aynı oyun içinde aldım, yavaş ve sabırlı bi şekilde gerçek hayattaki gibi olma hayaliyle oynadım. Yazın geçirdiğim diyet günlerinde en büyük yardımcım FM 2008'di ama o bana ihanet etti ve sürekli olarak hata verip oyundan çıkmaya başladı. Ardarda 3 tane değişik zamanlarda kaydettiğim kayıtlardan hiçbirini kurtaramadım ve oyundan soğuyup uzaklaştım. Birkaç ay sonra askere gidene kadar yine 2003-2004'ü açıp Samdoria'nın 2017'deki gençleriyle ilgilendim.

2010 yılında ilk kez çoooook eskide kalan 2001-2002'yi oynadım, sadece yazıları takip etmek bile bu saatten sonra yine heyecanlı geldi. Ama geçici hevesti, o beni terketmeden ben onu terkettim.





2011'in çıkmasına yakın 2010'u kurdum dizüstüme, oyun baya gelişmişti, artık maçları, oyuncuları hareket eden noktaların dışında gerçek hayattaki gibi(abarttım kabul) izleyebiliyordum. Yeni özelliklerden ve Karşıyaka'nın 3 senedir Süper Lig'in kapısından dönmesinden ötürü şampiyon yapmak için "Kaf Kaf"a menejer oldum. Sıfır transfer bütçesine ve her türlü sakatlığa rağmen ilk senemde takımı direk olarak üst lige çıkardım. Son 5 haftada Çaykur Rize Spor'la sürekli değiştirdiğim liderlik koltuğundan indiğim son hafta öncesi tüm umutlarımı yitirmişken son maçlarda mucivezi bir şekilde onlar berabere kalıp ben kazanınca şampiyon oldum. Taraftarlar adımı sokaklarda haykırdı. Atilla Güneş "Emrah Başkan bir başka" dedi, başkan Akif Ersezgin "Teknik direktörümüzle devam etmek için elimizden geleni yapacağız" dedi. Ben de ayrılmayı düşünmüyordum, hiç de düşünmedim. Sene içinde ortaya atılan Gaziantepspor, Beşiktaş iddialarını yalanladım, reddettim. Şimdiden elleri kolları sıvadım yeni sezona hazırlık yapmaya başladım bile. Geçen sezon yapmaya zamanım olmadığı için bu sezon altyapıyla daha da ilgileneceğim. Kendi akademimden oyuncuların çıkmaması halinde bölge takımlarından ya da Anadolu'dan U-18 takımlarına gönderdiğim gözlemcilerimin raporları doğrultusunda genç yetenekleri takıma katacağım. Üstelik Süper Lig'e çıkınca artan yabancı kontejanıyla da hep umut vaadeden yabancı oyuncuları kadroma katıp uzun vadede satışlarından kulübe gelir sağlayacağım. Hatta şu an bile oynamak için sabırsızlanıyorum.

Ya da belki yarın öbür gün işe girerim, canım sıkılır bir şey olur oynamam bilmiyorum. İşte menejerlik böyle bir şey. Kronik bir ilişki yaşadığın sevgiliyle ayrılıp barışmak gibi...

17.11.2010

Aceleci Taraftar




Dün akşam EuroChallenge Cup maçında Pınar Karşıyaka - Zadar karşılaşmasındaydım. Kızlı erkekli kalabalık bir arkadaş grubuyla gittiğimiz için sıkışıklıktan uzakta rakip takımın çaprazındaki köşede oturduk. 3. periyotta takım coşunca seyirci de coştu, mehteran tezahüratı söylenmeye başladı. Gidenler bilir Karşıyaka maçlarında mehteran, şampiyon olmasan da tezahüratları karşılıklı yapılır. Bu sayede dakikalar süren tezahürat boyunca taraftarın her iki yarısı soluklanma fırsatı bulur. Zaman zaman şiddeti artırılarak daha da gaz hale gelinir falan...

Tezahürat öncesi herkesin yapmasını istiyor Çarşı, eller havaya diyor, kaldırıyoruz biz de zaten hazırdayız takımın yarattığı o coşkuyla. Gözler Taner Abi'de, arkasındakilerde, "bir iki üç!"ü bekliyoruz. O an geliyor, başlıyoruz "laaay laaay lalay". laylaylay falan filan, bitirmeye yakın tam hazırlanıyoruz "Karşıyaka sen çok yaşa" demeye duyuyoruz ki Çarşı çoktan "canım feda olsun sana"da. Hadi diyoruz ordan devam edelim, yok olmuyor. Takır takır söylüyorlar cümleleri, yetişmek mümkün değil. Yetişirsin belki de İtalyan, İspanyolca konuşur gibi makinalı tüfek olmak lazım. Böyle hızlı hızlı söylemenin ardından sıra karşıda, onlar da yapıyor geliyor bi daha bize yine "laaay laaay lay", hoooop Çarşı: "sen çok yaşa".... eeeeh diyorum benden bu kadar! Tezahürat mı yapıyoruz bi dakikada en çok kelimeyi okumaya mı çalışıyoruz? N'oluyor hızlı söyleyince? Takım fast break'e mi kalkıyor, maç daha mı çabuk bitiyor?

Aynı şey "Yaşa varol"da da yaşanır. Sonuna doğru kaf-kaf çekilcek ya, herkesde bi heyecan, sözler bitsin de hemen kaf-kaf çekelim! Biz melodisiyle vurgusuyla söylemeye çalışırken hala "taaaraftarın kalbindee sön-mez gü-neş-sin sen" derken birileri başlamış çoktan kaf kaf kaf sin sin sin'e... Eskiler bilirler, bu tezahüratın sonunda bir kez kaf-kaf çekilir. Adam gibi toplu söylenip sonunda hep beraber çektiğin kaf-kafla "Yaşa varol" Karşıyaka taraftarının en etkili maç başı tezahüratıdır. Ama şimdi diğerleri hızlı gitti diye söyleyemenler, söylemeye doyamayanlar sayesinde iki kez çekilir oldu kaf-kaf.

Bir örnek daha mı? Bir Baba Hindi Mustafa... Dün yine baba -yakalamasını çok iyi biliyor- takım coşmuş, bir tezahürat da sona ermiş, geçici bir sessizlik, başladı inletmeye salonu: "Bir baba hindiii!"... Karşılık veriyoruz, devam ediyor, sıra yine bizde "heeey Allah", başlıyor eli öne gidip gelmeye "Kııaaf kaf kaf"... Duyduk mu devam ederiz di mi "sin sin sin"den? İlkinde öyle, sebebi tezahüratın aslına bağlı kalmaktan değil, baba başka bişey söylicek diye beklerken oluşan sessizlik ardından idrak. Olmadı bi daha deniyor baba bi daha kalkıyor. Yine başlatıcak kaf-kaf'ı bu sefer herkes onla beraber başlıyor...

Ben burda "1970lerde böyleydi, 80lerde ilkokuldayken babam götürürdü, 90larda liseyi kırardık maça giderdik" diyebilecek biri değilim, ahkam kesmeye çalışmıyorum. Ama maçlara ilk gitmeye başladığımdan beri öğrendiğim tezahüratlar, söylenme tarzları böyleydi ve daha etkiliydi. Şimdi söylenmek için söyleniyor gibime geliyor. Böyle olunca da tribünde uyum, ahenk yakalanmıyor. O istenen "tüm tribün kalksın herkes bağırsın" olamıyor maalesef. Tribün liderleri mi, her birey kendi başına mı kim yapacaksa bilmiyorum ama birilerinin tezahüratların düzgün yapılması konusunda bir şeyler yapması lazım.

15.11.2010

Futbol Yorumları(Geyikleri)

Sabah kahvaltıdan sonra Ntvspor'da Spor Servisi'ni beklerken dün akşamın tekrarı kuşağında sanırım "90 Artı" programına denk geldim. Programın adından emin değilim de Sergen ve Ersin Düzen vardı diyim belki bilirsiniz, belki bilemezsiniz çünkü hangi yorumcu hangi programda Ntvspor'da anlamak zor. Yüzde yüz bildiğimiz %100 Futbol Rıdvan Dilmen & Güntekin Onay ikilisiyle. Diğer programlar Mustafa Doğan, Sergen Yalçın, Mehmet Demirkol, Ersin Düzen, Ercan Taner ve ismini hatırlamadığım birkaç sunucu ve yorumcunun kombinasyonlarından oluşuyor. Konu programın adı ya da isimler değil zaten; konu artık her şeyin tek düze gelmesi.

İstanbul takımları dökülmüş Anadolu takımları coşmuş, yorumlar aynı: Sivasspor'un açtığı yoldan bıdıbıdı bıdıbıdı, Bursaspor'un şampiyonluğunun ardından vıdıvıdı vıdıvıdı. 3 büyükleri kaybettiği puanların ardından teknik direktörleri hakkında: Türkiye'deki futbolu bilmiyor, burdaki şartları bilmiyor, kadroyu kendi kurmadı. Lider Trabzonspor'un başarısının en büyük nedeni: Şenol Güneş'in tam bir takım yaratması, herkesi hazır tutması, şehri kenetlemesi blablabla... Schuster, Rijkaard rotasyona gidip oyuncu denemesi üzerine "yanlıııııış, çok kötüüüü" diyen yorumcular Şenol Güneş'in değişik kadrolarına "işte herkes göreve hazır" diye yorum yapıyor.

Aslında sezondan sezona değişen tek şey isimler. Yorumlar aynı. Geçen sene başka bi teknik direktör için "çok iyi hava yarattı bundan başarılı", diğeri için "Burası Türkiye, bırakıcaksın güzel futbolu" diyenler bu sene özneleri değiştirip cümlelerini tekrarlıyorlar. Seneye Şenol Güneş gider başka bir özne gelir muhakkak. Bunu yapan sadece Ntvspor yorumcuları değildir, yanlış anlaşılmasın. Her kanalda muhakkak bulunan futbol programlarıyla ilgili, spor gazeteleriyle ilgili konuşuyorum. Hep aynı hep aynı. Biraz ilginçlik katmak isteyenler Avrupa futbolundan bilgiler verir ya da reyting yaratacak sansasyonlar, iddialar öne sürerler.

Bu noktada kendimi sorguluyorum başkalarından önce. Bu kadar yazıyorum laf ediyorum da niye hala kahvaltı sonraları mutlaka Ntvspor'u açıyorum, ya da devre aralarında maç sonlarında... E sabah o saatte çok ilgimi çeken birşey olmuyor, fonda akıtıyorum Fuat Akdağ'ın okuduğu köşe yazılarını, Mehmet Demirkol'un dura dura cümleyi tekrar kura kura konuşmalarını, keh keh keh gülüşlerini. Aklıma gelmiyor zaten devre arası oldu hadi Ntv'yi açayım da ilk yarı yorumunu alayım diye, denk geliyor işte. Ya da dışarda olmuyorsam o saatte maçtan gelmiş yorgun bi halde kendimi yatağa atmışımdır gözlerimi kapatacağım bir program arıyorumdur eğer güzel bir İspanya ya da İtalya ligi maçı yoksa. Türkiye'nin en iyi yorumcusu olarak kabul edilen Rıdvan Hoca'nın yorumları bile beni tutamıyor ekran karşısında.

Bugün oflaya poflaya programın sonunu getirmeye çalıştım uzun zamandır böyle hissetmemiştim, bıkkınlık sıkkınlık... Hakikatten o sıra yapacak bir şeyim yoktu, evdeki program belli olsun diye bekliyordum. 11 gibi de Spor Servisi başlar Sergen birazdan susar diyordum program bitmek bilmedi. Aklımda kalacak tek şey olan Beşiktaş A2 takımından Gaziantepspor'a bedelsiz kaptırılıp şimdi A Milli Takım'a seçilen Orhan Gülle hikayesinin ve Sergen'in rejiye dönüp dönüp baktığı beni de epey güldürdüğü anların ardından 11 buçuk gibi programın bitmesiyle bu sabahlık futbol geyiği ihtiyacımı karşıladığıma karar verip bu saatten sonra gelecek olan Spor Servisi'nin anca boş bir zamanda tekrarını izlerim dedim ve kendimi günlük ev işlerine verdim.




Biliyorum yarın sabah yine kahvaltıda açıcam Ntvspor'u, iddaa programına denk gelmediğim sürece fonda orası akacak. Ama bu akşam önce 2 sene evvel beraber antremana çıktığım İsmet Arzuman'ın Ege Tv'de görüp sonra da Trt 1'de Stadyum'da Şenol Güneş'e özel yapılan klibi görünce kısa bir ara vermiş olduğum bloga bu yazıyı göndermek bir daha tekrarını bulursanız Sergen'in yorum yaparken rejiye dönüp bakmasını izleyin tavsiyesini vermek istedim. Bulamazsanız da ne ala Sergen'in 2 günde bir programı var merak etmeyin, çıkar yine yapar.

10.11.2010

Do you know him?

Many European people may wonder why Turks are giving a big fuss about the death of a single person which happened 72 years ago. If you are in Turkey this very day, you may be shocked to see that every single vehicle on every road in Turkey comes to a halt in the middle of busy roads exactly at 9.05am, pushing their horns as hard as they can. All you can hear will be the deafening sound of horns, and absolutely nothing else. That continuous murmuring noise on the streets, the sound of high heels on the pavement, the music coming from a distant café… All will be gone. Everybody around you will be standing still, with their arms held tightly on their sides with sad faces, faces that reflect the grief for a single man.


It’s no surprise that his death caused not only the people from his nation, but also many powerful entities in the world to come forward and express their true sorrow for losing this man, no matter what their political positions were. Besides being a war hero respected by every enemy he has encountered, he rebuilt a nation from ashes in a surprisingly short time frame. And not just a nation that can only stand on its feet, a powerful and energetic nation that astonished the world and that was the first to receive a private invitation from United Nations. No need to mention his great heart, which nobody has ever been able to forget.





I am aware that you can’t be objective while describing someone who saved your entire nation. That’s why, in his memory, I am giving some quotes from around the world, which were published after his death. These quotes might also be helpful for Turkish people as well, some of whom seem to have forgotten who he was.



“The Greatest Man of History” English Press, London

"History has seen many great people. It has seen Alexander the Great's, Napoleon's, Washington's. However, in the twentieth century the record for greatness was broken by Atatürk, this Turkish son of a Turk." L'IIIustration Newspaper, France

“He was one of the most extraordinary persons of the era, even perhaps of entire history“ Egyptian Journal

“Atatürk is one of the rare geniuses that the world has put forth. He has changed the entire course of history.” An Nahar Journal (Lebanon)

“Atatürk is the man who created the biggest truth of the twentieth century.” Kponhag-Nasyonal Tidende (Belgium)

“The work that Ataturk has achieved, with intelligent and peaceful methods, will leave traces in the history of mankind.” Albert LEBRUN (French President)

"Atatürk was one of the greatest statesmen of everyone who has lived and died throughout history. At no time did he dwell on the period in which he lived, he would see the future and accordingly would carry out a task." Lord Patrick Kinross

I salute by bowing my head with my deep respects to this Greatest Man of our history, the one who created Turkey. Professor Morrf (Switzerland)

"In no other country have women advanced this rapidly. It is truly a unique event in history for a nation to change to this degree.” Daily Telegraph Newspaper, England



“This could be presented to mankind as an example of untested philosophy. Atatürk has done in ten years, the work that could take centuries.” Gerrad Tongas (Writer)

"My sorrow is that, it is no longer possible to fulfil my strong wish about meeting with this man.” Franklin D. ROOSEVELT (U.S. President)

"The world, by no means and at no time, has witnessed such an exciting event as the re-founding of Turkey with a Western point of view and belief." Social Demokraten Newspaper, Sweden

The President of Haiti wrote a sentence in his will in 1996 to be written on his gravestone: “I died in happiness to have understood and followed the Turkish leader Atatürk in my whole life.”

“Without doubt, Mustafa Kemal Atatürk is one of the greatest statesmen that during the 20. Century and before the war has ever arisin; he has been a brave and great reformist that no other people have ever known.” Ben GURION (Israel Prime Minister 1963)

“The world has lost the most attention calling man of our era.” Palestine Post (Israel)

“Atatürk has left Turkey without a single enemy. This is something that no other state leader of our time has succeeded in doing.” German Volkischer Beobachter Journal

Below are the words of the English Prime Minister Lloyd George, known as a Turkish enemy, while he answered the accusations and criticism in the English Parliament for the retreat of the British Army from Anatolia in 1922: “Dear Sirs, you may see an exceptional genius in centuries. It is very unfortunate for us that the great genius of this era came up from the Turkish Nation. There was nothing to be done against the brilliance of Mustafa Kemal.”

“The death of Atatürk, who saved Turkey in the war and resurrected the Turkish Nation after the war, is a great loss not only for his country but also for all of Europe. The tears of people from all classes in the country are nothing but the proof of respect of the brave and modern Turkey for its leader.” Winston CHURCHILL, Prime Minister of England

In his most critical and stressful period in 1938, General McArthur said to more than 120 people consisting of counsellors, senators and ministers: “There is nothing I wouldn’t give to see none of you but Mustafa Kemal with his great genius with me at the moment.”




6.11.2010

History of Facebook!


The Social Network filmi ve ardındaki tartışmalar süredursun, facebook tarihi ile ilgili enteresan bir kare mevcut. Afiyet olsun...

Büyük çözünürlükte bakmak için buyrun...


5.11.2010

Bir Zamanlar Internet

Ülkenin gündemindeki siyasi tartışmaların arasında bir cümle dikkatimi çekiyor: "Bizler, müzakere edilebilecek son kuşağız.". Kürt Sorunu'na ilişkin, belli bir yaşın üzerindeki siyasetçiler ve temsilciler söylüyor bunu. Onların ardından gelen kuşağın yetişme tarzı ve iletişim hevesi bakımından kendi kuşaklarından oldukça farklı olduklarını vurguluyorlar. Maksadım siyasi konulardan bahsetmek değil. Tam tersine, bu cümleden hareketle siyasetin ötesine geçip, dünyadaki diğer canlıların aksine düşünce ve toplumsal yaşayış bakımından da hızla evrim geçiren insanoğlunun nesli tükenen kuşaklarındaki yerimizi 90'lı yılları yaşamış olanlar olarak ne kadar sağlamlaştırdığımızdan bahsetmek istiyorum. Hedef kitlem, Yıldız Tilbe'nin gözaltına alındığı sırada Delikanlım şarkısını bağıra bağıra söylemesini hatırlayanlardır. Karşıma alıp da konuşurmuş gibi şu anıları anlattıklarım, Türk Futbolu'nun 2002'de zirve yapan yükselişini, Sergen'in İzlanda'ya attığı golü de hatırlayacak kadar adım adım izleyebilmiş olanlardır. Ahmet Gümüş'ün Millî Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu'nun bilmem ne tarih ve bilmem kaç sayılı kararı ile ders kitabı olarak okutulmasına onay verilen Türkçe 1-2-3-4-5 serilerindeki öyküleri, şiirleri ve alıştırmaları hatırlayanların bu yazıda elbette eskiye ait parçaları vardır. O yüzden bu insanlar, şimdilerde gitgide kaybolan bir kuşağın temsilcileridir. Sabredebilen, saygı duyabilen ve aslını esirgemeyen bir kuşağın temsilcileridir.

Bu kuşağın öyküsünü, Internet'in keşfine ya da aynı günlere denk gelen atari salonlarının ölümüne dek geriye götürebiliriz. Güzellik de buradadır; bu kuşak, bir şeyin en tepe noktasındaki heyecanlı sinerjiyi de  -ve zaman içinde ölümündeki nostalji duygusu da dahil-, başlangıç anlarındaki keşif enerjisini de  yaşamıştır. Öyle ki, bu öykünün kahramanları Michael Jackson'ın ve Madonna'nın olgun yaşlarına rastlamış, Panini Çıkartma Albümleri'nin en hakikisini Euro'96 sırasında adeta vücudunun bir uzvu gibi benimsemiş ve sokaklarda saklambaç oynayabilmiş son keratalardır. Bu kahramanların Internet ve Web'e toplu halde göç edişleri, "Türkiye'nin Internet Tarihi"dir bir yerde. (A)DSL öncesi - BBS sonrası devirlerin basit sayfalı ağ ve IRC tabanlı sohbet ile taçlanan günlerine dönmek için anılması gerekenler, "a s l?" sorusu kadar iç gıdıklayıcı, Mynet üzerinden eşe dosta e-kart atmak kadar vefalı, Napster arayüzü kadar karmaşık ve Geocities ile kişisel web sayfası yapmak kadar kibirli anılardır. Çevirmeli ağın telefon hattını meşgul, bilgisayar başındaki ergeni bahtiyar eden bağlantı sinyalinin verdiği yetkilere dayanarak kimi zaman "Age Of Empires" ile dünyaları telefon hatları üzerinden fetheden, kimi zaman da "Nefesnefese" gibi sitelerde gördüklerine inanamayan bu kuşağın dili şöyle söylerdi: "Internet'e girmek". Sonraları bu tabir, misal "Facebook'a girmek" olarak değişti. En sonunda "girmek" sözcüğü Internet yapısı ve artan bant genişliği sayesinde silindi. Kuşağımızın bir nostaljisi olarak tozlu raflardaki yerini aldı.
Günümüzde ise, ağa girmek - çıkmak kavramları ortadan kalktığı gibi, ağlarda tanınır olmak önem kazandı. İşte, "Bizler bilinçli ya da bilinçsiz olarak Internet'te ünlü ve tanınır olmak istemeyen son kuşağız" diyebilmenin nirengi noktası burada duruyor. Çünkü, ağlar üzerinde popüler olmak başka bir şey, ağlar tarafından tanınır olmak başka bir şey. Yani, bir gün herkesin milyoner olamayacağı gibi, bir gün herkes de Internet ünlüsü olamayacak. Bunun farkında olmak önemlidir. Buradaki tanınırlık, "a s l?" sorusunun reklam ve veri avcılığı alanlarına uyarlanmış haline verilen yanıtlardır. Son yıllarda ağdaki kullanıcının yaşı, cinsiyeti ve yeryüzünde bulunduğu nokta fiber kablolar üzerinde akan milyon dolarların ana kaynağı durumuna geldi. Bu verileri toplama amacı ile herkese ünlü ve önemli muamelesi yapılan bir yer haline gelen Internet, göçmen kuşak için acı bir deneyim olmaktadır. Zira bu bilgilere hakim olma hedefiyle Google'ın adeta Internet'in bizzat kendisine dönüşme hamlelerine, artık yanıt veren bir kaç şirket daha var. Bunların başında Facebook (Facebook'a karşı federe bir sosyal ağ yapısı öneren gençlerin projesi diaspora* için buradan) geliyor. Ve bu rekabet, özgür ve bağımsız Internet düşünün üstüne kocaman bir çizik atıyor.

Uzun vadede yaşanan bir evrimin ve kısa vadede etki eden bir değişimin önünde durmak kâr etmez. Yasa koyucu ve uygulayıcı iradelerin Türkiye'de Internet'in yasaklanabilir bir mecmuadan daha ötesi olmadığını kabul ettirmesi çok zor olmadı. Bunun mücadelesi gerekli yerlerde gayet güzel şekilde veriliyor. Ancak, diğer yandan Türkiye'de Internet'in daha yaşanılabilir bir yer olması için de özgürlükçü ve farkındalık yaratan insanların çıkıp bir şeyler söylemeleri gerekiyor. Eğer bu söylemi, bu kuşak çıkaramazsa, diğer kuşakların bu söylemi yaratması pek ihtimal dahilinde değil. Belki de bizler, Internet'teki çöplük ve rantçılık olmasa da yaşayabilecek son kuşağız.

4.11.2010

Gravity!



"God doesn't limp!"

Artık Ege TV'yi de İzleyemeyeceğiz

Geçtiğimiz hafta İzmir'i sular altında bırakan sağanak yağmurun ardından gündüz antremana giderken bizzat şahit olduğum karmaşayı akşam şehrin en büyük iki kanalından biri Ege TV'nin akşam haberlerinde izliyorum. Görüntülerde su basan evler, göle dönmüş alt yollar var. Klasik sağanak yağış arkası görüntüler... Sadece İzmir'de değil o gün tüm yurtta karşılaşılan manzaralar.

Bu duruma maalesef alışmışız, şaşırmıyorum ama sunum dikkatimi çekti. Yerel idareye ateş püskürüyor kanal! Yok efendim şimdiye kadar yöneticiler neredeymiş de başka yerlere harcama yapmak yerine alt yapıyla uğraşsalarmış da insanları Kızılay'ın yiyecek ve battaniyesine muhtaç etmişler de Cumhuriyet döneminden bu zamana kadar ilk defa bu görüntüler oluşmuş da...

Yağmurun sağanak olmasını unutup deniz seviyesindeki bir şehirde bunların yaşanmasının tek sorumlusu sanki ödeneği, maddi manevi yardımı bolmuş da harcamıyormuş gibi yerel idareye suç atmak, insanlarla röportaj yapıp "Yöneticiler ne kadar kötü bakın sizi ne hale soktular" gibi sorular sorup canı yeni yanmış vatandaştan destek almaya çalışmak neyin nesi, amaç ne? Hadi diğer kanal Yeni Asır'ın sahiplerinden ötürü hep değişik bir imajı olmuştur insanların gözünde de objektif bildiğimiz ya da sahibinin kim olduğuna dair bilgimiz olmadan yıllarca izlediğimiz kanal şimdi neden böyle bir yayın anlayışı içinde? Yerel idarenin eleştirisinden, tepki almasından nasıl bir menfaati var, bu işten çıkarı ne?

İzmir'in iki önemli kanalından biri olan Ege TV'yi izlemeye devam edeceğim belki ama hem sürelerini azaltıp program seçeceğim hem de bir önyargıyla değerlendireceğim bu saatten sonra.

3.11.2010

Akasya Durağı



Dizileri en çok tekrar zamanlarında izlemeyi seviyorum. Bütün hafta boyunca beklemek ya da internetten indirmek yerine tatil zamanları uyanma ve evden çıkma arasında geçirdiğim vakitlerde her gün ardarda izlemek hem keyifli hem zahmetsiz. Akasya Durağı da bu dizilerden. Spor servisi bittikten sonra Kanal D'ye geçiyorum kahvaltım devam ediyorsa masadan dizinin giriş kısmıyla kalkıp gerisi bir fincan çayın eşliğinde diğer odada tamamlıyorum.

Televizyondaki az sayıda mizah dizisinden biri Akasya Durağı ve basit, abartılı, tekrarlayan senaryosuna rağmen beni güldürmeyi en azından beklentimi, o boşluğu doldurma görevini başarıyor. Kavacık'taki duraklarında müşteri bekleyen taksicilerin kimi zaman müşterilerinden kimi zamansa kendi aile bireylerinden kaynaklanan olaylar, bu olaylarla boğuşmaları ve her zaman üstesinden gelmeleri...

Taksiye biri biner dolandırıcıdır, şoförü kandırır, sonra durum farkedilir polise yakalattırılır. Yakalama da bilfiil şoförler de rol oynayabilir. Ya da birinden kaçan mazlum müşteri taksicinin yardımı sayesinde kurtulur falan... Taksici aileleri de yerlerinde durmaz sürekli başları belaya girer. Sonra hurraaa bütün durak bireyleri, komiser, polis enişte sorunu çözerler. Neredeyse her bölümde aynı olay farklı versiyonlarla işlenir. Dilekle Obayana'yı evlendirmek için Fırıldak Sinan bir numara uydurur. Osman Aga numarayı yer, kızı vermeye ikna olur, düğün dernek kurulur, tam nikah kıyılacakken numara açığa çıkar Osman Aga Sinan'a, Obayana'ya saldırır... Ya da Seyit'in annesi Fato Ana evlenmek için ya da beğenmediği gelinin yerine kuma bulmak için dümenler kurar, Seyit farkeder çileder çıkar annesini ya da damat adayını kovalar...
Dizi komedi türü olmasına karşın sürekli felakatler söz konusudur. Öyle ki aynı bölümde Mehmet Hoca'nın kızı iş yerinde tacize uğrar intihar eder, Seyit yanlış anlaşılma sebebiyle bir kadınla silah zoruyla evlendirilmek istenir, cinayete tanıklık eden Osman Aga'nın arabasına bomba konur Sinan'la Osman Aga için tehlikeli dakikalar yaşanır...

Ama sonuçta her olay sağduyu, yaratılan birlik-beraberlik ve emniyet güçlerinin yardımıyla çözülür. Aslında korku filmi mantığı, seyirciyi ger ger ger sonra gevşet... Bir de korku filmi deyince söz etmek lazım, felaket tellalı bir karakter ki benim favori karakterim bu dizide Kaynana Şaziment vardır. Sinan'ın yanında bir dişi görsün "Kızım bu salak herif seni kesin aldatıyo", biri biriyle evlenecek olsun "Kesin çocuk yaptılar o yüzden acele ediyorlar", duraktan bir şoför televizyona çıksın ünlü olsun, karısına "Bu şimdi seni kesin boşar daha genç daha güzel bi kadın alır paraları da onla yer"... Yüzü de bi ekşi bi meymenetsiz...

Kendisi hala Kanal D'de yayınlanmakta, gününü bilmiyorum ama, izlemiyorum bilerek, boş zamanım olursa tekrarlarını izlemek üzere bekliyorum. Çerez dizi, çocuklar ve yaşlılar için güzel dizi, benim için zaman geçirici.

2.11.2010

Abi bi rahat durun ya!


Sana söylüyorum. Evet sen... Seni hiç sevmedim oldum olası. Seveceğimi de hiç sanmıyorum.

Seni sevmemeye ilk gittiğim maçlarda, yeni tezahüratı öğrenmeye çalışırken, tezahüratı bilmeden yanımda bağırdığın ve her seferinde tekrar dinlemeye çalıştığım ve hiç bir zaman anlamadığım zamandan beri sevmezdim. Bi rahat dur ya!

Sonraları lise yıllarında törenlerde ya da sınıfta duyuru yapılırken konuştuğun zamandan ve ertesi günkü sınav sorularını yakalayamadığımdan, ya da serbest kıyafet uygulamasını anlayamadığımdan beri sevmezdim. Bi rahat dur ya!

Sonra askerdeydin sen. Yürüyemediğin için kızmıyorum sana, ama iki dakika susamadığın ve bu yüzden tekrar tekrar uygun adım yürüdüğüm için kızıyorum sana. Anlıyacağın askerde de sevmezdim seni. Bi rahat dur hele!

Şimdi yine sen çıktın, 2 senedir binbir takla attık youtube'a girmek için. Bizim attığımız taklalar önemli değil de, yabancı arkadaşlara anlatamadıklarımız vardı youtube'tan geriye kalan... Dün youtube serbestisi geldi. Sen ne yaptın be çocuk? Deniz Baykal'ın videosunu yükledin. O videonun senin arşivinde ne işi var diye sormuyorum. Çünkü bizim milleti sorgulamayı bıraktım çok oldu. Ama arkadaş, bir rahat dur da youtube'a girelim. Hayır anlamıyorum. Sende kesin Kim Kardashian'ın, Paris Hilton'un da videoları var. Neden onları yüklemedin de, ille muhalefet eski lideri!..

Al işte, yine sinir oldum sana. Bundan sonra da olacağım da. Ama artık yeter abi bi rahat durun ya!

Seni sevmezdim çocuk!! İnan babanı da sevmezdim!..

1.11.2010

Somebody Stop Me!!

Çocukluğumun en sevdiğim karakterlerindendi Mask. Maskeyi takıyorsun ve biri beni durdursun! Ben o yaşlarda anlamıştım bunun hayal ürünü olduğunu ama anlamayanlara da engel olacak kişi ben değilim ya.


Siyasileri oldum olası sevmem. Gözünün içine baka baka yalan söyleyenleri de. Karşıyaka başkanı da gözünüzün içine baka baka yalan söylemeyi kendine huy edinmiş bir başkandır ve yalan yok, ben bu kadar kötü yalan söyleyen bir başkan daha önce hiç görmedim. Sanırım o maske kullanmıyor, kulübe başkan olması yetiyor. Başkan oldu ve kendini tutamıyor.. O yüzden bu videoyu hatırlıyorum her demecinde..

Demeçlerine bakalım Hüseyin Başkan'ın. Hani, biz Karşıyaka'lı olarak yalan söyleyen başkan görmemiş olsak inanalım söylediklerine de. Ne ilksin sayın başkan ne sonsun!

"Ben kendimi zaten bağlamışım. Sezon sonunda takım ikinci olursa bile ben kendimi başarısız sayıp istifa edeceğim. Şimdi bana istifa et başkan demenin anlamı yok. 32. maçın sonunda herkes faturasını kessin ama 32 maç sonuna kadar takımı destekleyelim. Bir de böyle deneyelim bakalım. Önümüzde Bucaspor örneği var. Herkes ne diyordu Bucaspor için “bu hafta patlar, şu hafta çatlar”. Adamlar ne patladı ne de çatladı. Takımın düştüğü noktalarda takımı ayağa kaldırmalıyız. Ayaktayken zaten ayakta olacak ve kaldırmaya gerek kalmayacak. Ben bu yıl taraftarlarımızdan bunu istiyorum. Zaten sonunda başarılı olamazsam ben kendim gideceğim."



Aynı haberden bir alıntı daha..


"Erdoğan Hoca gitsin diyenler olursa "Erdoğan Hoca’nın ne suçu var suçlu benim", der ben giderim."

Not: Erdoğan hoca gitti, başkan hala demeçlerine devam ediyor...

Başkan seçildiği kongre konuşmasında, "Bir milli takım hayal ediyorum. 11 Karşıyakalı..." demişti hatırlayın...

Not: Karşıyaka altyapısından yetişen bir tek Onur milli takımın kalesini koruyor ki o da hatalı goller yemeye başladı...

Peki ya TRT'nin programında Karşıyaka renklerini aciz bir şekilde tanımlamasına ne demeli?

Not: Bu konuya hiç girmek istemiyorum.

Neyse her demeci bir sansasyon olan başkanımızın son açıklamasını da okuyalım.

"Ancak inanıyorum ki bu kötü günleri el birliğiyle atlatacağız. Bizler hepimiz sevdalıyız. Sevdamız 1912'de kulübümüzün temellerini atan rahmetli Zühtü Işıl ve arkadaşlarınınki kadar yalın ve kuvvetli. Bu sevdayla aldığımız sorumluluğun büyüklülüğünü biliyoruz. 98 yıllık abideye layık olmaya çalışıyoruz. Başarılarla vakur olduğumuz gibi başarısızlıklardan da ders almayı biliyoruz. Zorluklar, şanssızlıklar bizi yıldıramaz ve yıldıramayacak. 100. yılı karşılarken basketbol takımımız Avrupa'da ülkemizi temsil etmektedir, voleybol takımımız yine başarıdan başarıya koşacak, yelken, tenis milli sporcularıyla övünecek, futbol takımımız Süper Lig'de olacak. Bu sevda bitmeyecek."

Sayın başkan, söyle bize nasıl bir fizibilite çalışması yaptın? Nasıl bir analiz süreci geçirdin? Çözüm önerin nedir? Hangi sistemi kullanarak başarıya ulaşmayı planlıyorsun? Ne olur başkan bunları söyle? Söyleyemiyorsan da, ne olur çek git. Ben gidersem ne olacak peki bunu düşünüyor musun diye de sor ne olur? Ben de senin gibi cevap vereyim başkanım. Diyeyim ki, sen gidersen Milli takımda 11 Karşıyaka'lı oynayacak(Kulüpte yetişmiş ve milli takımda oynamış topçu sayısı, 98 yıllık kulübün ilk yıllarını saymazsak 11 midir bilemiyorum.), voleybol takımımız yine (??! Hangi yine?) başarıdan başarıya koşacak, futbol takımımız Süperligte olacak.

Aa ne kolaymış yalan söylemesi, bir çırpıda söyleyiverdim. Acaba kulübe başkan olmayı hakettim mi şimdi?

Galatasaray'ı Yenip Kendine Yenilmek

Geçtiğimiz hafta pazartesi senenin ilk basket maçına gitmek üzere hazırlandım. Yine geç kaldım çünkü salonun eve yakınlığının rehaveti, internet işlerinin bir türlü bitmemesi, son dakika gitsem mi gitmesem mi tereddütleri yine gene yaşandı. Ben çıkamadan maç başladı zaten. İlk periyot da bitti, sonunda dışardayım... Ege Park'la salon arasındaki karanlık yoldan geçiyorum. Bakıyorum salonun önü de karanlık. Maç olmayan zamanlar bu yolun alabildiğine aydınlatıldığına şahit oldum. Sonuçta sokak lambaları var ama biri bunları açmıyor ya da lambalar bozuk, patladı aylardır değiştirilmiyor. Oranın en çok kullanıldığı, insanların ve arabaların en çok bulunduğu zamanda ortalık karanlık.

Park etmiş büyük otobüslerin ve ağaçların arasında siyah imgeler görünce kaldırımdan yola iniyorum. Puslu salon önüne geliyorum. Bilet gişesi köşede duruyor, etrafında simitçi kumrucu atkıcı, kapıda polisler sarhoşun tekiyle uğraşıyor adam "esrar içtim ben n'olcak" diye bağırıyor. Gişenin yanında da yeşil kırmızı atkılı biri, arkadaşını bekliyor olmalı... Tam gişeye yanaşmış cüzdanımı çıkarıyorken "Bilet mi alacaksın, istiyorsan ben de var 10 liraya vereyim" diyor. Biletin 15 lira olduğunu biliyorum, arkadaşı gelmeyeceği için bileti elinde kaldı diye düşünüyorum ve gülümseyerek adama doğru yöneliyorum. Veriyor elindeki diğer yeşil kırmızı kağıtlara benzer bileti, bakıyorum, geçen seneki beyaz biletlerden farklı. "N'oldu elinde mi kaldı" diye yoklama çekiyorum hafif gülerek, cevap gelmiyor. Okumaya çalışıyorum güç bela karanlıkta üstünde Pınar Karşıyaka - Galatasaray C. Crown yazıyor. Veriyorum parayı, gişedeki adam bana bakıyor, önünden geçip polis kontrolüne yöneliyorum. Girişteki yokuşu çıkarken etraf aydınlanıyor, bilete tekrar bakıyorum "2010-2011 Beko Basketbol Ligi Kombine Maç Bileti Pınar Karşıyaka Basketbol Takımı" yazıyor. Refleks bir küfürle şaşırıyorum, kızgınlıktan bi tane daha. Napıcam şimdi? Geri mi dönücem, biraz önce kaldırımdan indiydim olası serserilerle muhatap olmamak için. Şimdi gişenin, polislerin hemen yanında milleti kazıklamaktan çekinmeyen yeşil kırmızı atkılı birine "Beni kandırdın, ver paramı geri ver yaaa" mı diyeceğim? Dersem ne olacak alabilecek miyim? Alamazsam polise şikayet edebilecek miyim? Edersem yardımcı olacaklar mı? O sıra olsalar sonra ne olacak?

Bu kadar sorunun cevabıyla uğraşmaktansa sonuç olarak bilete 5 lira az ödemenin bencilliğiyle yokuşa devam ediyorum. 2. periyodun ortaları. Kapıda bilet kontrol için kimse yok-geçen sene ilk yarı bitene kadar olurdu-. Polis kontrolü. Cepler kontrol ediliyor dışardan. Eline anahtar geliyor herhalde, "Bozuk para, çakmak var mı?", "Yok". Sigara içmem, bozuklar cüzdanın içinde, dürüst olmaktan vazgeçtim bi süre önce... Tribüne girişinden çıkıyorum, ekürinin yanına gitmek için Çarşı'nın arasından geçiyorum. Onlar da benim gibi seviyorlar bu takımı, bağırıyorlar sesleri gidene kadar. Kimisi ise bu sevdadan faydalanmaya kalkıyor, eline bir yerlerden geçen kombineleri insanlara daha ucuz diye satıp kulübe gidecek paraya engel olup kendilerine kazanç sağlıyorlar. Elde bileti kaldığını düşünüp parasını kurtarmasına yardımcı olacak insanların güveniyle, saflığıyla oynuyorlar, boyunlarında yeşil kırmızı atkı...

Arkadaşımın yanına varıyorum, nerde kaldığımı soruyor, kazıklanmaktan geldiğimi söylüyorum elimdeki kime ait olduğunu bilmediğim belki de elde kalıp birileri tarafından dağıtılan kombineyi gösterip "Ah be Emrah" der gibi hafif tebessümle başını yana yatırıyor arkadaşım. "Boşver napalım" diye elimi koluna vuruyorum, tecrübeyi yine parayla satın aldık...