Nedir Yani?

Bu blog, bir kader ortaklığıdır. Bu blogun bir ayağı Londra'daysa, diğer ayağı İzmir'dedir. Bu blogun yüreğinin bir yanı İstanbul'da atıyorsa, yüreğinin diğer yanı Kiel'de atıyordur. Bu blog Kibariye'yi benimsediği kadar, Oxford'da da okumuştur. Bu blog "Gamzedeyim Deva Bulamam" şarkısını söylediği kadar, Karşıyaka için Mehter'i de söylemiştir.

Bu bloga adam olmaz da dediler, bu blogu disipline de verdiler ama bu blogu başkan da seçtiler. Bu blogu Hamburg'ta bara almadılar, bu bloga kızlar yüz vermediler, bu bloga İstanbul'da iş vermediler. Bu yüzden bu blog, biraz Çiçek Abbas'tır, biraz Yedi Bela Hüsnü'dür, biraz Şaban Erkök'tür ama en çok Türk Sanat Müziği aşkı ile Şakayla Karışık Sadri Alışık'tır.

Bu blog göçtür, gurbettir, sıladır, spordur, aşktır ve elbet yaşamdır.

26.12.2010

Güzel İzmir Güzel Türkiye: Kendimizi mi Kandırıyoruz?

Hüseyin Çelik İzmir hakkında bazı sözler etti. Bu sözlerin ajanslar tarafından haberleştirilmesini takiben açıklamaların sahibine tepkiler yağdı. Bu tepkilerin çoğunun İzmir güzellemelerinden oluşmasının yetersizliği bir tarafa, o toplantı sırasında Hüseyin Çelik'e verilen tepkinin bilinmezliği de Türkiye'deki tartışma kültürünün vasatlığını gösteriyor. Türkiye'deki tartışmalar genelde şöyle oluyor: Birileri kâh yetkili ve bilgili kâh yetkisiz ve bilgisiz olsun herhangi bir konu hakkında açıklamalarda bulunuyor, hemen ardından bu açıklamaların ilgi çeken yanları haberleştirilip servis ediliyor, anlama kaygısı güdülmeden de bilindik yanıtlar bilindik ölçütler ile dolaşıma sokuluyor ve nihayet dolaşımda popülerleşmiş ve sloganlaşmış sözler de diğer tartışmalarda kullanılan cümleler gibi söz çöplüğüne gönderiliyor. Sonrası ise unutkanlık.

Madem bu sözlerin İzmir arabeski yapılarak verilen yanıtlardan öte bir analizi yapılmadı, madem bu sözlerin sarf edildiği toplantıda verilen yanıtları haberleşmedi ya da o toplantıda yanıt verilmeye cesaret edilemedi ve madem bu sözler yaşamı öğrendiğim İzmir'i incitiyor o halde sözlere gelelim. Hüseyin Çelik'in İzmir üzerine sarf ettiği sözlerinin asıl tepki çeken kısmı şuydu: "Pırıl pırıl nur topu gibi bir çocuk ama burnu akmış kir pas içinde. Yüzünü, gözünü temizlediğiniz zaman güzelliği ortaya çıkar.". Anlaşıldığı gibi Hüseyin Çelik'in zihninde İzmir bu haliyle sümüklü bir çocuk. Çelik'in fikirlerini çirkin sözlerle özetlemesi hoş değil. Fakat İzmir, okulun ince bıyıklı ve takıntılı müdürünün sabah sıralar halinde okula giren öğrenciler arasından azarlamak için çekip aldığı sümüklü bir çocuk ise bu iyiye bile işarettir denebilir. Sümüksüz çocuklar isteyen, tek tipe sıkıştırılmış ve kirlenmesi yasaklanmış çocukları öven bir okul müdürünün sümüklü çocuğu azarlaması, içinden o sümüklü çocuğun temizlenip paklansa ne kadar da diğer uslu ve zengin çocuklara benzeyeceğini geçirmesi sümüklü çocuğun sümüklerinin akmasının çaresi değil. Ancak unutmamak gerekli ki bu azar o çocuğun ne gözlerine işlemiş güzelliğini bozar ne de yakın çevresi tarafından biricikleştirilmesini engeller. Hatta sümüklü çocuk, eğer üstünü başını bilerek pislemediyse, diğer çocuklardan sümük farkıyla büyüktür, olgundur ve hayatı daha iyi bilendir. Ne yazık bu olgunluk ve bilgelik, çok sattığından olacak İzmir konulu köşe yazılarına kadar ulaşamıyor. Sümüklü çocuğun ailesi, sümüklü çocuğun kuytu kalan odasından iyice uzakta yaşadığından olacak verilen yanıtlar çoğunlukla beylik sözlerdi. Azarlama ayyuka çıkınca nağmeli yaygara basmak, sümüklü çocuğu diğer çocuklardan biraz daha yabancılaştırmak da sümüklü çocuğun sümüklerinin akmasının çaresi değil.

Tüm bunların yanında daha dikkat çekici bulduğum nokta Çelik'in açıklamalarındaki "temizleme" kısmıdır. Adalet ve Kalkınma Partisi, Türkiye'nin dört bir yanında kendi şehirlerini, kendi gençlerini, kendi üniversitelerini ve kendi girişimcilerini yaratmak istiyor. Bu tasarıların hayata geçirilmesi için oluşturulmuş ya da AKP düşüncesine göre yeniden işlev kazandırılmış araçlardan bir tanesi TOKİ'dir, bir başkası yeni YÖK ve ÖSYM'dir, diğerleri de yeniden yapılandırılan Diyanet'tir, yargı kurumlarıdır vesaire. TOKİ, toplu konut ile başlayan şehir düzleme ve düzenleme çalışmalarına, garibana bağlanan zorunlu kredi ve geri ödemelerinden olacak, diğer yapı ve yerleşke inşaları ile devam ediyor. Gözümde her kesime uygun projeler ile site yaşamını özendiren ve "öteki" vatandaşı uzaklaştıran bir kurumdur. "Temizleme" vurgusu, açıklamaların devamında gelen gecekondu sayısı ile bağlanıyor. İzmir'de kentsel dönüşümün tam olarak sağlanamadığı ve TOKİ projelerine rağbet olmadığı söylenmek isteniyor. "Burun akması" diye tabir edilen pisliğin bir kısmı İzmir'in gecekondu mahallelerinde yaşayan vatandaşlar olarak gösteriliyor. Çelik'e göre pisliğin diğer kısmı ise İzmir'de devamlı yargı kararları ile muhatap olan gökdelen projelerinden, yani aslında sayıları artık pek az kalan İzmirli çevrecilerden geliyor. Bu pisliğin(!) içinde irdelemek istediğim nokta, gecekondu tanımı. Gecekondu, iç göçe mecbur kalmış fakir vatandaşın sağlıksız koşullarda inşa ettiği yuvasıdır. Bu yuva, yıllar içinde sömürülen bir oy deposu, kiralanan bir rant kalemi ve ötekileşen bir semt olmuştur. Bu "oluş", sadece gecekonduda oturan vatandaşın hüneri değildir. Beri yandan, İzmir'de gecekondu gibi dikilen binlerce apartman ve otel şehrin tarihi dokusunun canına okurken, İzmir'in gecekondularını TOKİ projelerine ilgi göstermediler diye sümük ilan etmek kadar, bu yanlış tanıma ve yargıya verilen yanıtlarda "Gecekonduları gerçek İzmirliler yapmadı, göçmenler yaptı" demek de o derece saçmalıktır. Zira Kordon evlerini, Körfez manzarasını bırakıp gitmeyen İzmirliler de Kordonboyu'na, Güzelyalı'ya ve Karşıyaka Yalısı'na apartmanları dikiverdiler. Örnek mi? Atatürk'ün evrenselliğini vurgulamak için sıklıkla başvurulan Yunan Bayrağı'nı yerden kaldırtma olayının vuku bulduğu köşkü yıkıp apartman dikenlere bakın. Dahası Kordon'da ayakta kalan tarihi köşklere bakın "Yunan Konsolosluğu", "Alman Konsolosluğu Eski Binası" ve "Atatürk Müzesi". Gerisi ne mi? Apartman ve Orduevi. Şimdi tekrar sormak gerekir: Gecekondu nedir ve kimler tarafından dikilir? Gökdelenlere ve İzmir'de boş kalan temel çukurlarına gelince, benim düşünceme göre bunların varlığı ve eksikliği bir şehrin ekonomik gelişmesinin doğrudan göstergesi olamaz. Şehirde oluşan potansiyelin doğru tasarılar ile kullanılması başka bir şey, oluşan ve oluşacak potansiyele bakmadan hayalet devler yaratmak başka bir şey. Kaldı ki, İzmir'in öncelikli sorunları şehir içi metro, liman ve kuzeydeki sanayi kentlerine olan otoyol bağlantısıdır.

Sonuç olarak Çelik'in sözleri çirkin ve önyargılı. Fakat bu sözlerin bizi içine çektiği tartışma -atışma da denebilir- doğru tartışma değil. Şehirciliğin can çekiştiği bir ülkede, farklı şehir belediyelerinin ve kurumlarının çalışmalarını ve uygulamalarını ekonomik canlılık ve hükümete yakınlık ölçüleri ile değerlendirmek fuzuli bir ayrıştırıcılığa ve ihtiraslı bir yarıştırmacılığa hizmet eder. Kaç kentimizin kendine ait bir yaşama kültürü, tarihi alanı ve kendine has çağdaş mimarisi var? Her yıl en az orta büyüklükte bir Anadolu kenti kadar göç alan İstanbul'a bu kadar insanla birlikte katılan kültür ve yeni ifade biçimleri nelerdir? Tarih boyunca Akdeniz çanağında kurulan uygarlıklardan neredeyse eşit oranda nasibi almış İtalya ve Türkiye'nin Unesco Dünya Mirası Listesi'ne alınan tarihi eserlerinin ve doğal güzelliklerinin arasındaki devasa fark neden bu kadar büyüktür? Yalnızca İzmir'in iki ucunda değil tüm Türkiye'de yaşanan doğa ve tarih katliamlarına karşı dünya çapında ses getiren bir eylem yapılmış mıdır? İzmir için ise, İzmir'de yaşayanlar ve İzmir'i çok sevenler olarak Bayraklı'da biçilen ormana ses çıkarabildik mi, "Allianoi yok" diyenlere doyurucu bir yanıt verebildik mi, Seferihisar'daki balık çiftlikleri durdurulabildi mi, Kültürpark'taki yeraltı otoparkının sonuçlarının takipçisi olabildik mi? Yoksa ola ola sadece köşe yazısı romantiği mi olduk?